2017.Aylardan şubat, doğum günüm yaklaşıyor, pek yakında 34 oluyorum ama bu varlık 1,5 yaşındayken ben sahiden kaç yaşındayım artık bilemiyorum. Güneş açmış, her zamanki gibi kapı pencere açmışım, oğlumla evde yalnızım. “Anne” olmanın hala mesele olduğu günler.
Bağlanmayı Bowlby’den, kişilik gelişimini Jung’tan okumayı bırakıp kendimi toprağa, yürümeye, parklara, yemek pişirmeye, bir çocuğun bakımını büyük oranda tek başına üstlenmenin rutin ve yoğun işlerine vermişim. Günde rahat bir saatimi o suyla oynarken yanında ona bakarak, durarak geçiriyorum. Çok matah bir şey olduğumdan değil, mecbur kalmışım. Nasıl olacağını öğrenmeyi kesip olmaya başlamak zorunda kalmışım. “Asla tam olarak hazır olunamayacak bir şeye çok çalışarak, çok çalışkan olarak hala hazırlanıyormuşum” gibi bir his, çok tanıdık bana ve yine de onu terk etmek zorunda kalmışım. Düşmüşüm, önce çok korkmuşum, sonra çakılacağım bir zemin olmadığını fark edip rahatlamışım. Havada süzülmeye başlamışım.
Bunlar kitaplarda yazdığında, ya da şimdi ben yazdığımda, böyle aforizma gibi, çok havalı durabilir. Yaşarken hiç de öyle olmuyor. Canın acıyınca acının doğasına doğru bir kapı açılıyor içinde. O kapıdan da varoluşun, hakikatin doğasına belki…Doğal seyrinde kendine kaynaklar bulmaya başlıyorsun. Çünkü daha fazla “almadan veremezsin.” Ama o ana kadar aldıkların da artık sana kaynak değil. Bulutları seyretmenin ve gökyüzüne bakmanın bana kitaplardan daha iyi geldiğini öğrenmişim. Sahi demişim, adım Sema benim, o da kimse?
Öyle zamanlar.
Esen buz gibi rüzgarla Aslan bir Zen anı yaşıyor. Bakıp kalıyorum. Ev çok sessiz. Bir zaman sonra çekmeyi akıl ediyorum.
Hepimizin içinde Aslan gibi o rüzgârı böyle hissetme kapasitesine sahip bir çocuk var.
Rüzgârın adı hiç koyulmamış, daha rüzgâr diyemiyorken. Rüzgâr bizden ayrı bir şey değilken. Tenindeki ürperme, hoşuna giden bu tarifsiz şeyin tadını çıkarabiliyorken.
Yüzündeki keyfi, zevk, merakı görüyorum.
Bir bebek insan yavrusu haline gelirken ona “bakan” sonsuz kez zor anlarda, ağlamalarda “şimdi ve burada” olmak zorunda kalır. Çözüm yoktur, sorunun ne olduğu belli değildir ve sonuca ulaşmaya çalıştıkça batarsın. Bunu sahiden bir çocuğa, bir hayvana, bir çiçeğe bakım vermiş herkes bilir.
Aristo çoktan yalan olmuştur. Çünkü aynı anda birbirinin zıttı gibi görünen, çelişen iki hissi hissetmek mümkündür. En batılı kafa bile mecburen doğuya kayar. “Bir birdir, bir olmayan da birdir.” ne demek sezmeye başlarsın. Siyaseten hiç de doğru görünmeyen, kültürel olarak meşru olmayan sesler duymaya başlarsın içinde. Bu korkutucudur. Adyashanti’nin dediği gibi,
“Aydınlanma yıkıcı bir süreçtir, daha iyi ya da mutlu hissetmekle ilgisi yoktur.”
Kaçmak isteyebilir insan, kimisi kaçabilir de, hele alamadığı anneliği vermeye çabalıyorsa. Kaçmayıp kalmayı zorlana zorlana deneyenler için böyle şiir gibi anlar da lütuf olarak gelebilir.
İyi ki buradasın, diye göz kırpar gibi. İyi ki canının çektiği bu yerdesin.
Bir süredir zihnim annelikten çok başka diyarlarda, uzun süredir eski resimlere de bakmamıştım, çok iyi geldi aniden karşıma çıkan bu an.
Şükürle, her anına.