Kaç zamandır annelikle ilgili yazmıyorum. Annelik hesaplarını uzunca bir süredir takip etmiyorum. Şu sıra geçtiğim yerde benim için manzara biraz şöyle:
Soru “İyi bir anne miyim?” olduğunda hala o’nu görmüyoruz, odağımız ‘ben’.
Yani sahnede baş rol şunlarda:
Ben ve benim çocukluğum
Ben ve benim travmalarım
Ben ve benim gelişimim
Ben ve benim repliklerim
Ben ve benim hikayelerim
Bu oyunda sahne o kadar kalabalık ki çocuğa alan kalmıyor görülmek ve duyulmak için. Oysa en temel ihtiyacı bu bana ve dolayısıyla dünyaya bağlanırken.
Zaman içinde kendimize fırsat tanırsak soru “Şu an ne oluyor?”a dönebiliyor.
Mevzu bizim “Yeterince iyi anne” gibi bir etikete sahip olmamız mı, onların an be an görülüp duyulması mı?
Sonuçtan elimi ayağımı çekmem gereken bir yer annelik benim için. Sonucu kontrol edemeyeceğimi defaatle gözlemledim ve canımı yakan bir zorluk sağolsun – bundan vazgeçtim.
Yanlış anlaşılmak ve hatta kendi emeğime de saygısızlık etmek istemem. Büyük emek verdim bazı konularda, allah bilir daha da ne emek vereceğiz çünkü bir insan kolay yetişmiyor. Bir tohuma hak ettiği bakımı, suyu, dikkati vermek ciddi bir iş. Yani bu bir “aman salla ya” mesajı değil. Bu anlamda hafife de almadım, alamam.
Sadece o’nun hikayesinde kendimi fazla önemsemeyi terkedişteyim. Çıktım o “haddimi bilmediğim küçük tanrıcılık evi” nden. Yeni bir yola doğru.
İyi bahçıvanlık yapmaya kafayı takıp nasıl bir tohum olduğunu gözlemleyip farketmeyi, taze bir gözle ona her sabah yeniden bakabilmeyi engelliyor bana göre o küçük tanrıcılık hali.
Evet önemliyim ama ne kadar?
İlahi plandan, onun dünyaya gelme sebeplerinden, yani doğumdan ve ölümden, derslerinden, aşktan büyük olabilir miyim? Haşa.
Varoluşta olan acıyı bir tek canımın parçası için kaldıracak mı birileri? Hayır.
Canı yanacak mı? Evet.
Mizaç diye bir şey var mı? Evet.
O zaman yükleri az köşeye bırakma zamanı geldi de geçmesin.
Her bir imtihanında suçluluk çukuruna düşmek yerine, biraz daha berrak bir zihinle bakabilmeye çabalıyorum.
Elimde olanlar var, onları iyi ve çalışkanca yapmayı gerektiriyor annelik. Ve bunları yapabilmeye devam etmenin yolu suçluluk çukurundan değil, elimde olmayanlara gösterdiğim rızadan geçiyor benim içimde.
Anne olmanın “küçük suçlulukları” var benim gözümde. Bunlar “O tırnağı bu gece de kesmedim ya, dur sabah huyuna gideyim de keselim” ya da “Ya kıyamam vurdu ayağına o terlik taa ne zaman almıştık, acilen yenisini almak lazım” nevinden küçük dertler. Onu uyuttuktan sonra çay içerken aklıma gelen.
Bir de suçluluk var anladığım kadarıyla.
Onun kokusu keskin, tadı ağır, tarifi de zor.
O çayı içtikten sonra biraz da kendi hayatına dönebilmeni, yaratıcı gücünü kullanmanı engelliyor, zihnini meşgul edip insanı sıkıştırıyor. Bu histe değilim çoğunlukla, ve bununla ilgili de içimde uyananlar var. Onları da ayrı bir yazıda yazayım, iki parçada şu sıralar annelik güncem olsun.