Normalde konular aklıma düştükçe, bazen bir anda ilham gelince hemen açıp telefonuma yazarak, çoğu zaman geceleri yazarken bir yandan da “Dur şu kitapta altını çizdiğim bir yer vardı, ordan alıntı yapmalıyım.” şeklinde yazıyorum. Kısaca edit’lenmeyi bekleyen bir dolu yazı var şu an bilgisayarımda, ondan daha fazla da konu başlığı.
Bu defa farklı bir şey denedim. Çünkü neden olmasın. 🙂
Pazar günü yoga grup dersine stüdyoya gitmiştim. Ders öncesi bahçede otururken uzaktaki bir masadan “olumlu düşün-olumlu olsun” tadında cümleler duyunca önce otomatik pilottan bir küçümsedim.
Ya ne saçma, ne yüzeysel işler, yıl olmuş 2019, kimse zorlu yoldan gitmek istemiyor, hep hayatımız iyiye gitsincilik, nereye kadar,
falan diye kendi kendimi tanımadığım insanlara bir cümleden tetiklenip içimden çıkışır buldum. Sonra da buna gülümsedim ve geçtim. Kendi iç diyaloglarıma döndüm.
Bazı konularda “my way or the highway” ciliğimin hala devam ettiğini bu gibi örneklerde görüyorum en çok, günlük hayatın sıradanlığı içinde. Efendime söyleyeyim sonra “Katı olan her şey buharlaşıyor”, ben neden sabit düşüncelere takılayım? Bu konuyu bir değerlendirmek, biraz da taze kulaklarla görüş ve deneyim almak istedim. Sosyal medya hesabımdan, instagramdan, hikaye kısmından sordum: Sizce olumlamalar işe yarıyor mu? Sağolsun, cevap veren ve deneyim paylaşan pek çok kişi oldu. Hepsi birleşip bu yazıyı oluştursun istedim. Sonra tonla makale de okudum, aldığım özşefkat eğitiminin klasörlerine dönüp dönüp baktım.
Konuya yeni giriyorum. (Yüzünü kapatan kadın emojisi.)
Şimdi dışarıdan horoz sesleri geliyor ama akşam oldu, “Allah allah horozlar akşam kaça kadar ötüyor acaba? İşte doğadan uzak büyüdüm, hep şehir çocukluğu işte.” falan diye düşünce trenime vagonların eklendiğini farkettiğimden madde madde ele alıp özetlemek istiyorum. (yine uzun olacaktı, olsundu)
- Olumlamalar en temelde 2’ye ayrılıyor.
Her gun daha sağlıklı oluyorum.
Sağlıklı olmayı diliyorum.
Şimdi bu ikisi arasında fark var. İlki pozitif afirmasyon diye geçiyor. Yapılan araştırmalara göre kendine güveni yüksek kişilerde bu tarz afirmasyonlar kendilerini daha mutlu hissetmelerini sağlayabiliyorken, düşük öz-güvenli kişilerde tam tersi bir etki yapıyor. (örnek: Wood, Perunovic & Lee, 2009) Kendini sevme’ nin tam bir ölçeği olmadığından özgüven ölçeği kullanıyorlar bence. Şefkat ölçeği var, farkındalık gibi, ama sevginin bildiğim kadarıyla yok. Zor iş.
Her neyse buradaki mantık şu, “Güvende olayım, huzurlu olayım” gibi ifadelerde niyetleri dillendiriyoruz. Bu, hayatımızdaki şeylerin olduğundan farklı olduğu bir realiteyi gerçek olmadığını bile bile söylemekten farklı bir şey. (Düşünce gücü kitaplarında bunun tam aksinin önerildiğini biliyorum. Yani olmasa da olmuş gibi hissedin ve söyleyin diyorlar.) Dolayısıyla bugünkü realitesinde bu hisler baskın değilse kişinin, içinde ikilik yaratmıyor. Başka çalışmalarla birleştiğinde, destek olabilir kişiye. Örneğin, eğitimini aldığım Farkındalıkla Özşefkat teori ve pratiklerinde bunun yeri var. (Onun da temeli Budizm’ deki metta meditasyonu ve varyasyonları. Yani şefkatin, nezaketin, sevecenliğin meditasyonları bunlar ve kadim geleneklerde binlerce yıldır uygulanıyor. Evrensel.)
Ancak benim de içinde bulunduğum grupta iseniz, yani bu tarz ifadeler duyduğunuzda irite oluyorsanız, bu direncimize ve hayır deyişimize güvenmek bildiğim en iyi yol. İnsan kendine rağmen büyüyebilen bir varlık değil. Canım direnç. İçimiz bize iyi gelmeyecek olanı ya da yanlış zamanlamaları o kadar iyi biliyor ki.
- Göz önüne alınması gereken bir detayın da olumlamaların “hissedilerek söylenmesi” salık verilen ve esasında kognitif seviyede kaldığı uygulamalarla, belli bir tekniğin içinde, örneğin bedensel bir çalışmanın içinde uygulanması arasında fark olduğu. Bu kısım araştırmalara pek konu olmamış, ancak özellikle deneyimleri duymaya kendimizi açtığımızda hayatında pek çok iyi oluş hali geliştiren yani bunlardan fayda sağlayan insanlar olduğunu görüyorum. Benim kendimi hiç bir zaman yakın hissettiğim uygulamalar olmadı bunlar, ancak bin yol var ve bilmeden yanlış diyerek yargılamak şimdiki aklımla bana uygun gelmiyor. Dolayısıyla eskiden olsa “Olumlamalar neden işe yaramaz?” yapacağım konu başlığı şu an geçerli değil. Bu kısımda da olumlu tecrübeleri olan kişileri de, yine de, birazdan yazacaklarıma bir bakmaya davet ediyorum.
Şimdi hep beraber toz ve gaz bulutuna dönelim. Ben çok küçük bir çocukken dahi varoluşa dair soruları bol biriydim. Bu merakım da hiç geçmedi. Beni türlü türlü şeylerle buluşturdu.
Geldiğim noktada en azından şu kısım kendi açımdan net: Biz dünyaya sağlıklı, güzel, bereket içinde ve mutlu olmaya gelmedik. (Bunlar benim en sık duyduğum olumlamalar- astrologlara ve kişisel gelişimcilere en çok sorulduğunu gözlemlediğim sorular- dolayısıyla büyük bir çoğunluğun arayışında olduğu şeylerin bunlar olduğu sonucunu çıkarıyorum.)
Anladığım kadarıyla: Biz türlü türlü insanlık hallerini kapsayamaz bir haldeyken, yani tam dar alanda kısa paslaşmalar içindeyken, yani anlayışımız zayıfken, yani sevemezken, bu ayrıksılık deneyiminde, daha fazla halden anlayarak, yani anlayışımızı ve derin bakışımızı kuvvetlendirerek ve dolayısıyla sevebilme kapasitemizi arttırarak insan olmak için buradayız.
İnsan olma yolu bana göre Allah’ı anlamak, yüksek bilinci deneyimlemek, Tanrı’ ya akıl erdirmek, neye inanıyorsanız artık, yolu. Tasavvuftaki Ene’l Hak (Hak’tan gayrı değilim) ile aynı şey. Sevebildikçe, saf sevgi olan, bizden büyük bir şeyi sezmeye ve herseyle bir olduğumuzu görmeye başlıyoruz çünkü. Öteki türlü sevgi ateş olduğundan, yakar geçerdi, dayanamazdık bize download olan bilgiye. Burada klinik çalışma sunacak değilim. Böyle şeyleri Boğaziçi’ nde ve de MIT’ de kimse bilmiyor haliyle. Sorularımız da cevaplarımız da bize has, ve elbette aynı fikirde olmamamız da çok doğal.
Olumlamaların en çok kullanıldığı alanlara baktığımda hiç “Zihnimim gerçek doğasına açılıyorum.” gibi bir şey görmüyorum. Komik geldiğinin farkındayım. Kim, neden, sağlıklı, zengin, güzel olmak dururken zihnin gerçek doğasına açılmak istesin ki? Bence de. Ancak canı yanan ister. Çünkü başka çaresi kalmamıştır. Çünkü sığınaklar bir bir çökmüştür. (Yani belki de olumlama yaparak kurtulmak istediğimiz bazı şeyler, bizim gözümüzü hakikate açacak lütuflar olabilir mi?)
İşte bence ironi şurda: Aslında hepimizin canı yanıyor. Ama bunu görmekten kaçınmak için bazen materyalist yöntemleri (zamanında Shopping and Fucking diye bir oyununu izlemiştik Dot’un, var mı izleyen? Hah tam ondan.) bazen ebeveynliği, kimimiz de manevi ve ulvi görünen yöntemleri tercih ediyoruz. (Sadece olumlama değil, yoga, meditasyon vb. kendinden ve dolayısıyla hakikatten, sosyal kabulu olan kaçma yöntemiyle, kaçmak olarak da pratik ediliyor olabilir. Ki bu işlerle ilgilenenler olarak kendimize sormamız gereken en elzem sorunun da yolun bir yerinde bu olduğunu düşünürüm. Kendimi daha afillice kandırıyor olmayayım?)
Varoluşun bir parçası acı. Biz ölümlüyüz. Nerden gelip nereye gideceğimizi bilmeden, bir gün bedenimizin toprağa karışacağını biliyoruz. Sevdiğimiz herkes, gözümüzün bebeği çocuklarımız, herkes bir gün ölecek. Yaşlanacağız, avokadoları yiyeduralım ve bol olumlama da yapalım, sağlığımızı eninde sonunda kaybedeceğiz.
Olumlama diyordun ölüm nerden çıktı, diyenler olabilir. Bence çok alakası var. Şu yukarıdaki paragrafı tekrar okuyun. Her sabah uyanır uyanmaz aklınıza bunlar pat pat gelseydi (benim aklıma hemen her sabah gelir ve bunun depresif değil çok tazeleyici hisler getirdiğini söylemeliyim- bu belki ayrı bir yazının konusu) olumlama yapar mıydınız “Hayatımda her şey olması gerektiği gibi ve mükemmel” diye?
Hayatımda her şey olması gerektiği gibidir elbet de hayatım dediğim şey ne, ben kimim, ölümüme nasıl hazırlanıyorum? Şimdi hala mükemmel iş, sağlık ve beden isteyenleri sağdan alalım. Kapısında “İnkar ve görmezden gelmenin spiritüelcesi” yazıyor, siz de görüyor musunuz?
Huzurlu olmayı istemekte de, sağlıklı olmayı istemekte de, bereketli bir yaşamda da hiç bir sıkıntı yok. Bunların hepsini bir insan bedeninde ben de arzuluyorum, bunlar için bir şeyler de yapıyorum.
Sıkıntı kendimize dair ezberlerimizde. Sorgulamadan bebeklikte/çocuklukta bilinçaltımıza yerleştirmişiz dediğimiz kodları şimdi bile isteye yeni kodlarla değiştiriyoruz. (Vadedilen çoğunlukla bu.) Diyelim ki değiştirdik (ki olumlamalar bana iyi geldi diyenlerin çoğunun kastı bu anladığım kadarıyla.) ve şimdi nurtopu gibi yeni bir kodumuz var.
Ben kodsuzluktan bahsediyorum. Zihnin ve bizim asıl doğamızda kodsuzluk var. Bu hep daha az tercih edilen yol olacak, bunu biliyorum. Hiçbirini de ben uydurmadım, hepsi binlerce yılın bilgeliği, yoksa ben kimim ki?
Şimdi beraber yürümek isteyenlerle hep beraber olumluyoruz:
“Kendimi kandırmadığım, inkar içinde olmadığım, zihnimin asıl doğasını anlamaya emek verdiğim, şahane olmayan ama insan gibi bir hayat yaşıyorum.”