Canın Sağolsun

nature-3264380_1920.jpg

Halden anlamak ne güzel laf değil mi?
İnsan halden nasıl anlar?
Bakışları nasıl yumuşar?
‘Ben ve benim büyük hayat planım’ kafasından nasıl çıkar?

Ben “canın sağolsun” demeyi sonradan öğrendim mesela. Eşim yıllar önce bir tartışmamızın sonunda, çok samimi bir şekilde, biraz üzgün, biraz kızgın “Bir kere de canın sağolsun desen ne olur, lügatinde böyle bir şey yazmıyor senin” demişti.

Sustum, belki daha önce de demişti ama ilk kez sahiden duydum bunu.

Çarpıldım.

Haklıydı. Böyle bir kelimem yoktu. Standartlarım çok yüksekti. Olduğum halim hiç bir zaman yeterli değildi. Çevremdeki herkesin de bu yüksek beklentilere cevap vermesi, “belli bir çizgide” yaşaması gerekliydi. Başka türlüsü mümkün değildi. Kızardım. Acımasızdım. Oranın nasıl bir yer olduğunu, katılığını hala hatırlıyorum.

İçimde bana böyle seslenmiş birinden iz taşımıyordum. Bu sesi kendim inşa etmem, yeni baştan – ve kendime has-  “Canın sağolsun” umu bulmam gerekti. Sonraki yıllarda tüm içsel sürecim bir bakıma bu sesi yaratmak’tı.

O anı taze bir şekilde hatırlıyorum.

Benim lügatimde “Canın sağolsun” yazmıyordu.

Çünkü canım yeterince yanmamıştı. Yanmıştı aslında da, çocukken yanmakla bir yetişkinin yanması farklı şeylermiş, o zaman bilmiyordum. Kaldı ki, henüz çocukken nasıl canımın yandığını bile yeterince bilmiyordum.

Şimdi düşünüyorum da, hayat beni O’ na bol bol “Canın sağolsun.” diyeceğim durumlarda bıraktı sonraki yıllarda. Ve der oldum ağız dolusu “Canın sağolsun sevgilim.”

Demek zorundaydım, başka çarem yoktu. Bunu ne kadar ifade edebildiğimi bilmiyorum. Bu öyle kişisel gelişim, öğrenmek falan değil. Bu mecbur kalmak.

İnsan olmak, biraz da halden anlamaktır.

Hayat. Yumuşacık. Muhteşem. Bereketli. İhtişamlı. Görkemli.

Aynı zamanda, hayat, çok sert. Zor. Berbat. Sefil. Acıyla dolu.

Hayatta ve meditasyonda görkemli, huzurlu, iyi gelen anlar bize ilham verir. Cesaretleniriz. Şükür etmeyi öğreniriz. Neşeleniriz belki. Bizden büyük bir şey var, hissini deneyimleriz. Kendimizi bağlı, bütünün parçası ve “held” hissedebiliriz. Benim de kişisel pratiğimde ve hayatımda bunları hissettiğim çok oluyor. Buralardan güç depoluyorum, dayanıklılık depoluyorum.

Günlük diyaloglarda yüzeysel naber’lerin ardından en sevmediğim sorudur: “Herşey yolunda mı?”– O her ne demekse! (Tabi ki her şey yolunda değil ve her şey yolunda bir bakıma da. Neyse, hiç bir zaman small talk insanı olmadım. Gözüne far tutulmuş tavşan gibi kaldığım bile oluyor hala:)

Ama işte bazen herşey yolunda gibi hissederiz. Kimimiz için bu bir an, bir gün, kimimiz için belki aylar, yıllar.

Peki sonra ne oluyor biliyor musunuz? Böyle hissettikçe, hiç kötü niyetimiz olmamasına rağmen kibirleniyoruz. Başkalarına, belki dertlilere, hafif böyle tepelerden bakmaya başlıyoruz.

“Ben bunların hepsinin üstüne çıktım” gibi bir kibirden bahsediyorum.

“Ben hallettim bu meseleleri” kibrimizden.

“Beni kolay kolay hiç bir şey sinirlendirmez, kabım geniş benim, büyüdüm ben olgunlaştım.” kibrinden.

Evrende toz zerresi olduğumuzu unutup kendimizi bir şey sanmaya başlayıveriyoruz.

Kendimizi, hikayemizi, survivor oluşumuzu, iyileşme serüvenimizi pek fazla ciddiye almaya başlıyoruz.

Ve herşey hep böyle devam edecek, hayat bolluk, bereket, ihtişam, huzur zannediyoruz.

Sonra yere çakıldığımız bir şey yaşıyoruz. Bir ilişki krizi, maddi dünyaya dair bir zorluk, bizi utandıran bir diyalog, hal, durum. Belki bir hastalık. Bir ölüm.

Hayatın, varoluşun sağlam bir parçası acı.

Acı çoğunlukla ateşe benzetilir. Ateş bizi, köşelerimizi, sertliklerimizi bir güzel yumuşatır. Pratik olsun, gelişelim falan diye değil öyle, elimiz mecburdur. Başka çaremiz yoktur. Başka çaresi olmayınca insan kibrinden arınır, mütevazileşir.

Ve halden anlamaya başlar.

Ben çocukken “Varlıktan-yokluktan anlamak” diye bir laf geçerdi bizim evde, sizde de var mıydı? İşte bence böyle bir şey bu.

Mutluluktan ve depresif moddan anlamak.

Gülmekten ve ağlamaktan anlamak.

“Taşı sıksam suyunu çıkarırım” dan ve “Kolumu kaldıracak halim yok.” tan anlamak.

“Herşeyi değiştirebilirim” den ve “Bu olana razı olmaktan başka çarem yok.” tan anlamak.

Acıyı bilmek, tanımak, acının gözünün içine mecbur kalıp bakmış olmak, başka biri için mevcut olma halinin önemli bir parçası bana göre.

Orada, onun için olmak için, önce kendin için, orada olman şart.

Hayatınızda bir kez de olsa yas tuttuysanız (Ölüm, gerçekleşmeyen hayaller, geride bırakılan zor çocukluk, ergenlik, biten önemli bir ilişki vb. ardından) insanların gözünün içine bakarsınız.

Bugün çok çok az kişi gözlerin ta içine bakarak konuşabiliyor.

Herkes birbirini yüzeysel olmakla suçluyor.  O yüzeysel kişi, içinde ama çok derinde ateş topu taşıyor olabilir. Derine gömülen bu acıyla temas etmemek için yüzeyde yaşamak zorunda, ne yapsın? O an elinden gelen o kadar. Sen o ateşlerden geçtin diye, o kişinin zamanı gelmediyse “Hadi ateş topunu çıkar şurdan, ilgilen artık onunla, al bakalım eline” diyemezsin. Yanan senin elin, senin yüreğinken tamam. Bu, üzerinde nispeten kontrolün olan ve senin sorumluluğundaki alan. Peki onun canı yanarken onun sahiden canı yanacak, bunun sorumluluğunu alacak mısın? Acısını dindirmeye muktedir misin? Öyleyse kim oluyorsun? Biraz had bilmeye ne dersin? (Bu cümleleri en çok kendime söylüyorum. Hatırlamaya ihtiyacım olduğu oluyor.)

Sadece ateşin acısını bilirsin. Ateşi görür, ateşe bakar, nefes alır nefes verirsin.

O bilmese de sen bilirsin.

Bilmeye, hatırlamaya çalışmazsın.

“Kızacak oldum ama sonra şefkatli olayım dedim” gibi gelişmez ordaki şey.

Ya zaten doğal olarak, kendiliğinden böyle hissedersin, ya da hissetmezsin.

Acısıyla temas içinde, acısının kalbini açmasına, onu yumuşatmasına izin vermiş kişi bugünün dünyasında, yüzeydeki çoğunluk için tehlikelidir. En hafif ifadesiyle rahatsız edicidir.

Bir workshop’ a gittiğinde, ya da eğitim aldığı ve 2 saat gördüğü birinde bu gözleri görmekle, yanında oturan bir iş arkadaşında ya da sürekli görüştüğü birinde görmek arasında fark var. Kişi, birinden ilham alabilir, diğeri ise sürekli kendisine bilmeyi yasakladığı o acıyı x-ray gibi gördüğü için onun yanında kendisini rahatsız hissedebilir. Böyle bir görülme hali, görenin niyetinden ya da şefkatinden bağımsız olarak rahatsız edici olabilir.

Asla çıkmadıkları bir yolculuğa gitmiş ve dönmüş biriyle karşılaştıklarında şak diye anlar insanlar.

Çıkamadığın yolculuklara çıkmış birinden ürkebilirsin.

“Sen aslında hiç bir yere gitmedin ki, sen aynı sensin işte!” diye kendini kandırmaya ihtiyaç duyabilirsin.

Gidemediğin yerlere gitmiş birinden uzak kalmak isteyebilirsin.

Bazen de tam tersi olur, yakınlaşmak isteyebilir, bu hisse, o kişiye çekilebilirsin. Olan biten her şey, o an senin içindeki hava durumuna göre şekillenir.

Biliyor musunuz insanları bu yolculuklara çıkmaktan alıkoyan en büyük korkunun, çoğu zaman, dönüşünce yollarının ayrılacağı ilişkileri olduğunu bilmeleri diye düşünüyorum.

İçten içe hissediyoruz, biliyoruz başımıza geleceği.

Ben acımla temas edersem, ben yanarsam, aynı kalmayacağım, bu çok açık.

Peki ya sonra?

İşte sonrası aydınlanmayla ilgili Adyashanti’ nin muhteşem sözlerine bağlanıyor:

Aydınlanma yıkıcı bir süreçtir. Daha iyi ya da daha mutlu olmakla ilgisi yoktur. Aydınlanma, sahteliğin un ufak olmasıdır. Oyunlardan oluşan ön cephenin arkasını görmektir. (Yalana bakıp içini görmektir.) Doğru olduğunu sandığımız her şeyin kökünden yok edilmesidir.

-Adyashanti

Yine de, bir İyi ki var, tüm bu yıkıma ve yangın yerine eşlik eden.

Bana göre bu İyi ki hissi, bir an, otururken, geliveriyor, öylece. Minik bir kuş gibi konuyor omzuna.

Ve o iyi ki yi beslersen, açlıktan ölmezse yanıbaşında,”başına gelen”, hakkında bir şey yapmanın imkansız, razı olmanın ise şart olduğu her bir şeyde cik cik ötüp sana kendini hatırlatıyor.

O iyi ki, paylaştığımız ortak insanlık hissiyatının, acının, merhemi.

Ve insan böyle böyle önce kendi halinden sonra da büyüyebildiği ve derinleşebildiği ölçüde başkalarının halinden anlar oluyor.

İnsan oluyor.

İnsan böyle ol’uyor. Çoğumuz için bu sonu olan bir yolculuk değil, anladığım kadarıyla, çok yaşlanarak ölürken bile oralarda bir yerlerde dolaşıyor olacağız.

Bitirirken, dilerim ki hiç oldum sanmayayım, oldum sanmayasın, oldum sanmayalım. 🙂

Sevgiyle.

 

 

2 thoughts on “Canın Sağolsun

  1. Gözümden yaşlar akarak okudum, kalbime dokundu yazınız…

    İnsan olmak, çok şükür …

    Like

  2. Gözümden yaşlar akarak okudum, kalbime dokundu yazınız…

    İnsan olmak, çok şükür …

    Like

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Twitter picture

You are commenting using your Twitter account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d bloggers like this:
search previous next tag category expand menu location phone mail time cart zoom edit close