Lisedeyken Orhan Pamuk’ u çok severdim. Kitap kurdu bir çocuk ve ergen olarak tüm kitaplarını su içer gibi okumuştum. Sanıyorum Yeni Hayat kitabı şu cümleyle açılıyor.
Bir gün bir kitap okudum ve hayatım değişti.
Orhan Pamuk
Kitap içine hortum gibi çekti beni, uykusuz kala kala okuduğumu hatırlıyorum geceleri. Biz böyle havalı şeyleri biraz seviyoruz biliyorsunuz. Eksantrik bir şey olsun ve kahramanımızın hayatı birden anlam kazansın’ lar falan pek hoşumuza gidiyor. Kitap fena değil, zaten bir ölçüde de bunu anlatıyordu bence, o zaman da çok sevmiştim.
Şimdi bunu parkedelim. Plum Village aplikasyonuna bağlanıyoruz. Sonunda her şey birleşip pişecek, söz.
Plum Village’ta, inzivada, Plum Village aplikasyonunu yapan kişiyle de tanıştık. Hikayesinde beni çok etkileyen bir a-ha anı var. Teknoloji şirketi olan biri ve bir kaç yıl üst üste Plum Village’a gidip çok etkileniyor.
“Ben size aplikasyon yapayım ve Thich Nhat Hanh’ın online bir manastır olmalı hayali gerçek olsun” diyor ve bunu yapıyor. Yapma sürecinde önce çok mutlu olduğu kısa bir dönem yaşıyor. Sonra:
“Bu aplikasyonu yaparken bile zihnim mutsuzluğa gitti. Çok anlam yüklemiştim, bunu yaparken kendimi hep çok iyi hissedeceğimi sanmıştım, ama baktım ki o ulvi bir şeyler yapıyorum hissiyle, daimi iyi hissetme haline tutunma çabam asıl ızdırabımın kaynağı. Bunu zihnen biliyordum ama bu olayda idrak ettim. Bilincimde bir sıçrama yaşadım.”
dedi. Sonuçta tüm manastır ahalisi ve 300 kişinin önünde aplikasyonu yaparken bi ara çok mutsuz oldum demiş oldu. Tahmin edeceğiniz gibi salonda gülüşmelere sebep oldu bu açıklamaları.
Benim için yaptığı şey çok anlamlı. Bir kere bahsettiği şeyi tanıyorum. O şey kulağa ne kadar tanıdık ve küçük gibi gelse de muazzam bir ayılma. Bu idrak, yolun bir yerinde herkes için mevcut, buna inanıyorum.
Derslerde Budist felsefesinin mihenk taşını, “Nothing to do, nowhere to go” yu anlattılar uzun uzun. Bunu kendi hayatımda idrak etmeseydim, zihinsel olarak o oturumlarda ne anlardım, inanın bilmiyorum. Yine tüm önemli şeyler gibi, dilin yetersiz kaldığı bir idrakten bahsediyoruz.
Yapacak hiç bir şey yok.
Gidecek hiç bir yer yok.
Hiç bir şey yapmadığım ve bir yere de gitmediğim yerde nasılım sahiden? Yani tam da şu an, hayatta durduğum yerde, tamam olma hissim var mı, yok mu? Buna bakıyorum derin bir şekilde.
Bu his var ise her şeyi yapabilir, her yere de gidebilirim. Yapmak ve gitmek’ lerde- hiç sorun yok. Sorun bizim “human-being” yerine “human-doing” olacak kadar yapma halimize tutkun olmamızda başlıyor. Bir şey yapmadığımızda, tüm rollerimizin -anneliğin, evlatlığın, kökenin, dinin, mesleğin, pozisyonun, cinsiyetin- ötesinde kim olduğumuza dair bir anlamı deneyimlemediğimizde başlıyor. O zaman açgözlü bir şekilde yapma-etme-koşma-üretme-gezme transında yaşıyoruz. Bu transta bir yaşama hali.
Bana göre günümüz insanı sadece ve sadece her gün bu “Nowhere to go, nothing to do” yu pratik etse hayatı değişir. (*Benim öğrendiğim ve uygulamayı seçtiğim-seçeceğim haliyle yin yoga bunun için muhteşem bir araç!)
Bu pratik öyle dilde durduğu gibi kolay değil tabi. Aslında çok sade ve net, yapması da efor gerektirmiyor ya, bizim devreler orda yanıyor işte! Bazen denk geliyorum, bu farkındalık için çok çalışman ve çok çabalaman lazım gibi öğütler verenler oluyor. Halbuki çaba kısmı düzenli bir şekilde pratikleri hayatında tutmakta, geri kalan her şey çabasızlıkta. Böyle öğütler verenlerin ne çabasından bahsettiklerini bilmiyorum. Orada, mindfulness’ ın adının konulduğu yerde, işin tam da merkezinde, çok çalışman lazım dan ziyade, çok gevşemen lazım gibi bir felsefenin hayata geçtiğine şahitlik ettim. (İlla bir şey lazım sa yani:)
Derin gevşeme -hele günümüz stresinde ve şehir hayatında- o kadar önemli ve her şeyin başı ki. Günlük ev ve beden temizliğimiz gibi düşünebiliriz bunu. Kim olursan ol, felsefesini öğreneli ve meditasyon yapalı kaç yıl olursa olsun sürdürülebilir bir şekilde, hayatında, günlük bir gevşeme alanına ihtiyacın var. İnsan her şeyi bıraktığında kendiliğinden olma hali emerge ediyor, uyanıyor. Uyanma ve aydınlanma denilen şey bu işte desek yanlış olmaz, o derece önemli. Orada rahip ve rahibeler için doğanın içinde ağaçlara asılı hamaklar gördüğümde şaşırmıştım, haftayı bitirirken ise hamakları sahiden anladım. (Bu başka bir yazının konusu olsun, hamakları ayrıca yazacağım, hamak konusu önemli:)
Neyse aplikasyonu yapan adama dönersek, ikincisi de aktarımındaki bu sahiciliği çok sevdim ve kendime yakın buldum. Hakiki insan diye tutturduğumu farkediyorum bu ara, belki biraz da bunu kastediyorum işte. O kadar insanın karşısına çıkıp manastır ahalisinin de önünde “Aplikasyonu yapmak bana huzur ve mutluluk verdi, bu servisi verebildiğim için şükürle doluyum” gibi ezbere ve beklentiye göre konuşmak yerine hakikatini konuşması ve birilerinin gülmesini, hatta yanlış anlamasını göze almasına bayıldım.
Böyle yaşamanın ve çoğunlukla böyle konuşmanın bedelleri olmaz mı? Malesef aksine çok alışkın olduğumuz için hakikatle her karşılaştığımızda -böyle ufak bir şey bile olsa- gerçeğin ve dürüstlüğün tadı bize keskin ve sert geliyor. O yüzden de olduğu gibi görmüyor ve duymuyor, gerçeği çarpıtıyoruz. Derininden konuşan insanı saf, naif, hadi eğip bükmeden söyleyeyim salak bulanlar oluyor. Hoşumuza gitmiyor siyaseten doğru olmayan şeyler duymak. Günlük diyaloglarda da gerçeklerden ziyade kafamızdaki filmlerden konuşmaya çok alışmışız çünkü. Gerçeği değil de, bir derece yumuşatılmışını, çarpıtılmışını, yani bir nevi sanal gerçekliği yaşayanlar için hakikatinden konuşan insanlar ya naif ya tuhaf geliyor.
Bu adamı deneyimimizin ne kadar evrensel ve idrak yolunun bir anlamda hepimiz için tek olduğu hissiyle dinledim, gülümseyerek.
Bence çok önemli bir şey o ayıldığı.
En ulvi görünen şeyde bile,
En mutlu olacağımı sandığım o halde bile,
olmayacağım.
Evrimsel olarak acıdan kaçınıp geçici zevklere tutunmaya teşne bir biyolojim var. Dolayısıyla bunlara eğilimli olmam sadece normal bir insan olduğumu gösterir.
Ama kaçacak yerim yok.
Daha fazla kandırmaya yer yok.
Daha fazla ertelemeye yer yok.
İşte aslında burda özgürlüğüm başlıyor.
Hayallerimin netleştiği, yolumun önümde biraz belirdiği ama gerçekleşmesinin önünde sürekli engeller yaşadığım bir dönem yaşadım. Şimdi bakınca, benim bu asil gerçeğe ayılmamın o dönemde gerçekleştiğini görüyorum. Pratikler yapıyordum, bunların hepsini sorsan yine biliyordum. Ama gerçekleşmeyen şeylerin hayal kırıklığı vardı içimde. Bir an geldi ve kendimle sahiden yüzleşmem gerekti.
Kağıt üstünde çok ulvi görünmelerine rağmen hayallerimi hemen şu anda yapamıyorsam tamam değil miyim ben yani? O zaman bu ulvi görünen şeyler vasıtasıyla kendime daha şık görünümlü yeni bir sahte kimlik mi yaratma çabasındayım? Değilse, neden şu an tamam hissetmiyorum? Dışarıdan nasıl bir poz verdiğim benim için ne kadar önemli?
Öyle şıp diye yanıt gelecek şey değil bu elbette, buna bir süre içimde alan verdim. O sorunun hiç de tatlı olmayan tadıyla kalmaya razı geldim. Bir dönem, evet- yapacaklarımı yapmadan kendimi değerli, olduğu şeyi gerçekleştirmiş, belki başarmış, yani tamam saymıyorum kendimi hissimle gezdim. Şimdi ve burada, hiç de tamam değilim!
Dahası bunun “doğru” olmadığını sizin gibi, herkes gibi ben de biliyordum tabi ki , ama entellektüel bilgimle kendimi kandırmayı istemedim, bu en iyi bildiğim kolay yol olurdu. O ara mutsuzluğuma biraz izin verdim ve merakımı hissimin sahiden seyrini izlemeye verdim.
Bu hisle yeterince kalırsam, yeterince derinlerine bakıp kendime zaman verirsem, bu hiç de kulağa iyi gelmeyen halimle yüzleşebilirsem -ancak öyle- bunun sahiden ortadan kalkabileceğini hissediyordum. O dönemde ortadan bir gün kalkacak mı, onu da bilmiyordum ama, emin değildim. Pratiği sahiden yapma halinde bir beklentisizlik de doğuyor. Çıkarcılıkla ve sonuç da sonuç diye tutturan halimizle de yüzleşince, dayanaksız, kırılgan, araf bir yer yine işte. Hoşbulduk!
İçim o hedeflere ulaşsam da bu his içimde oldukça oralarda yine mutsuz olacağımı biliyordu. İçim bana, bu harika bir durak, burda biraz dur, merak etme sen yapmayı zaten biliyorsun ve günü geldiğinde şartlar elverişli hale gelecek ve sen yapacaksın, ama yapmadığın haldeki değerinle-değersizliğinle biraz kal diyordu.
İçim biliyordu. Ben bilmiyordum.
Bir şeyler hayal ediyorum, bunda yanlış bir şey yok. Kalbimin böyle çarpması, neyin özlemini çektiğimi bilmek, ihtiyaçlarımı karşılamam, bunlar için harekete geçmem, hayallerimin netleşmesi, harekete geçmem, hiç birinde yanlış bir şey yok.
Ama onlar olmadığında tamam değilsem, onları yapınca mutlu olacağımı ve işe yarar-değerli- vs biri olacağımı ve mana duygusu bulacağımı sanıyorsam feci halde yanılıyorum.
Mana, henüz hayallerin gerçekleşmeden, belki hayallerin netleşmeden bile, hemen burda elinin altında. Lafta değil, sahiden şimdi ve burada. Ya var ya yok. Hep söylediğim gibi, yoksa yapabileceğimiz en iyi şey, en azından varmış gibi yapmamak. Mış gibi’lerinden bir hayır gören varsa ya şimdi konuşsun ya sonsuza kadar sussun:)
Şimdi çok garip ama şükrediyorum iyi ki o zaman gerçekleşmemiş hayallerim. İyi ki asla tekrar yapmam dediğim bir şeylere razı olmuşum. İyi ki ayak dirememiş, yolu görüp o gün neyi gerektiriyorsa onu yapmışım. Dışarıdan harika bir resim gibi ya da cool görünme derdimi terkedip, dışarıdan bakınca onlar ne bilecek, ben kendi içimi biliyorum ya, bu bana yeter demişim.
Buna uyanmamı sağladı o zamanki hayal kırıklığım. Bundan büyük bir hediye düşünemiyorum bu hayatta.
Şimdi her şeyi yapabilir ve her yere de gidebilirim.
Çünkü içimde,
Yapacak bir şey yok,
Gidecek bir yer yok.
En sevdiğim şarkı olmuş, çalıyor tatlı tatlı.
Bu bir daha asla illüzyonların uzağına düşmeyeceğim, şaşmayacağım anlamına gelmiyor. Hiç bir şey yapmadan durduğum, beklediğim, sabrettiğim onca gün, ay, yıl, kendi ev yapımı “Bir şey yapınca bir şey olmayacak ya” hissime gebe kaldım, doğurdum onu, ve sonra da besledim, büyüttüm. Benim hikayemde bu, birinci olma hırsımla yüzleşerek, sıradan olmayı göze alarak, ev kadınlığı yaparak, çocukken asla yapmam dediğim işleri yaparak, pazara giderek, yemek pişirerek, çocuğuma bakan sıradan bir anne olarak, dışarıda hızla akan hayatın ve takvimin dışında hissederek, yargılanmayı-alaycı bakışları göze alarak, giyinme odamdan ve kocaman evimden vazgeçerek, dış görünüşümle olmaya çalıştığım kişiyi bırakarak, makyajsız gezmeye alışarak, harcamalarımı gözden geçirip sahiden neye ihtiyacım var’ı duyarak, her gün yeşilde ve toprakta olarak, her gün parka bebeğimi götürerek, yorularak, geceleri o günün işlerini yapmış yorgun bir kadın olarak yatarak ve akşam meditasyonunda bugün tamam mıyım? diye kendime sorarak olabildi.
Sizde ne çalışır, onu en iyi kendi içiniz bilir.
Benim canım hissim yeşil şimdi. Onu taze, onu yeşil, onu ferah tutmak ömrümün sonuna kadar en kutsal işim. Çünkü bin kitap okudum da hayatım değişmedi. Mutlulukla ilgili fikirlerimin ızdırabımın kaynağı olduğuyla yüzleştim ve hayatım değişti. Bu arada alt üst oldu. Altı daha güzelmiş:)
Sevgiyle.
Tam da “Farkındalığın Mucizesini” ni okurken son 3 yazınız öyle güzel geldi ki, yine harika anlatmışsınız. Yapmaya çalıştığım mindfulness pratiklerimde yazdiklariniz ile sizin de katkiniz olacak. Çok teşekkürler. Uygulamayı da sayenizde öğrendim ve yükleyeceğim. Renkleriniz bol olsun, sevgiler
LikeLiked by 1 person
buna çok sevindim! paylaştığınız için teşekkür ederim. hiç bir bilgi bize ait değil zaten, hep aktarıla aktarıla gelen binlerce yıllık bilgelik diye düşünürüm hep, hiç birini sahiplenmeme tarafındayım. kendi deneyimini paylaşmak ise yerine göre böyle güzel vesileler olabiliyor ancak. öğrenme yolu, hayat, çok güzel böyle karşılaşmalarla. sevgiler.
LikeLike