Bir şeye, kişiye, duruma orantısız, belki abartılı bir tepki verecek gibi hissettiğimde bir durup soruyorum: “Bu şimdi ve buradaki ben’den mi, yoksa küçük sandalyemden mi geliyor?”
Küçük sandalyemde oturan miniği asla küçümsemem. Gücü, her koşulda bildiklerinin doğruluğundan değil, dikkate alınmazsa avaz avaz bağırıp kendimi duymayı zor hale getirebilme kabiliyetinden gelir.
Onun kaydettikleri artık silinmez, onun bildikleri, senaryosu sabittir. Ama tepkileri benim ona davranışımla şekillenir. Sizinkini bilmem ama benimki biraz da inatçıdır, çok bilmiştir. Halbuki imkanları sınırlıdır, zamanında küçücük sandalyesinden etrafındaki üç-beş koca insana bakarak koskoca bir cihanı okumaya çalışmıştır.
Tepindiğini hissedersem, “Kendini duyurmak için çok çabalıyor, n’oluyor?” diye bakarım.
Sorarım, dinlerim, susarım, bazen sadece okşarım… Dümenimi ona teslim edemem, ama her yolculukta onu da yanımda taşıdığımı bilirim. Ben onun kim olduğunu, nereden geldiğini ve ona nasıl bakacağımı bildikten sonra tüm dünya onaylamasa onu, yine de engel olmaz yoluma, gelir benimle sonuna kadar, bilirim.