Topraktan geldik biz, ona da döneceğiz. İkisinin arasında da toprakla temasa özlemle doluyuz, bilerek ya da bilmeyerek.
Durduğu yerde durur toprak, sanki sonsuz bir duruştadır. Uyanıktır. Sabırlıdır, acelesi yoktur. Bekler, bazen pas geçer. Beklediği yer biriktirdiği, büyüttüğü, beslediği yerdir. Sanki olanlar üzerinde hiçbir etkisi yok gibidir, hava koşulları, mevsimler, yağış sürekli değişir. Ona sürekli “bir şeyler” olur. Ama hepsi gelir ve geçer, uzun sürenler dahil. Ve toprak yine oradadır, yine duruyordur durduğu yerde.
Her şey tohum halindeyken ve kimse bir şey görmüyorken de var olduğunu, yaşadığını, ürettiğini bilir. Sadece çiçek açtığı mevsim mi canlıdır? Bunu bilmese duramaz, durmasa biriktiremez ve olgunlaştıramaz ve sonunda da hiçbir mahsul çıkaramazdı.
Kendi hamileliğimde de bizzat gözlemledim ki çoğumuzun şu an fiziksel ve metaforik olarak hamileliğe tahammülümüz yok. Düşünsenize “Allah kurtarsın.” deniyor hamileye. Haftalar eksilsin diye sayılıyor. Ve doğumdan öncesi bir bekleme odası addediliyor. Orada ne kadar az kalsak iyi zannediliyor, ya da tüm süreç eziyet gibi geliyor.
Hamile olmak doğuracağın şeyi tam olarak bilmeden, bir hayal ile bağ kurarak ve ondan haz alarak durmak, emek vermek, biriktirmek ve büyütmek bana göre. Ve o bekleyişte toprak gibi uyanık kalarak, dış şartları gözlemleyip onlara uyum sağlarken kendi merkezinden sapmayarak, kendine ve doğuracağına iyi bakarak, zor zamanlarda sabırla durarak…Bunun, kadın-erkek fark etmez, hayatımızda doğuracağımız her şey için geçerli olduğunu düşünüyorum. O yüzden de toprakla hamileliğin çok bağlantılı olduğuna inanıyorum.
Doğurduklarımız güzel, sağlıklı olsun, ama hamileliklerimiz de “bitse de gitsek” gibi yaşanmasın, dilerim. Doğa, toprak, bedenlerimiz, bunların bir bildiği var, kulak vermek lazım gibi geliyor.
Bitirirken benim gibi tüm o toprağından bildiklerini unutup ölmeden hatırlamayı ümit edenlere selam olsun,
“Unuttum bildiğimi doğarken, ümidim ölmeden hatırlamak.”