Bedenimiz, kendimizi ondan kurtarmaya çabaladığımız ve ağzı dili olmayan budala bir varlık değildir. Doğru açıdan bakılırsa, öteki dünyalara ve deneyimlere giden bir roket gemisi, bir dizi atomik yonca yaprağı, bir nörolojik öbekler yumağıdır.
Bedeni, biz olmadan da bir şekilde işini yapan ve ona doğru biçimde “davranırsak” bize kendimizi “iyi hissettirecek” olan bu “öteki” olarak düşünme eğilimindeyiz. Birçok insan, bedenine sanki bir köleymiş gibi davranır ya da belki iyi davransa bile, bir köleden farksız olarak istek ve geçici heveslerini yerine getirmesini talep eder.
Bazıları ruhun bedeni bilgilendirdiğini söyler. Peki ya bir an için bedenin ruhu bilgilendirdiğini, ruhun dünyevi hayata uyum sağlamasına yardım ettiğini, cümleleri çözümlediğini, tercüme ettiğini, boş bir sayfa, mürekkep ve kalem verdiğini, onlarla ruhun hayatlarımızın üstüne yazılar yazdığını hayal etseydik? Verecek ve öğretecek çok şeyi olan bu öğretmeni cezalandırarak bir ömür geçirmek akıllıca mıdır? Başkalarının bedenlerimizi çekiştirmesine, yargılamasına, eksikler bulmasına izin vererek bir ömür mü geçirmek istiyoruz? Bedene gerçekten kulak verecek kadar güçlü müyüz?
Kültürümüzün, bedeni sadece heykel gibi gören anlayışı yanlıştır. Beden mermer değildir. Onun amacı içindeki ruhu korumak, taşımak, desteklemek ve ateşlemektir. Bellek için bir depo olmaktır. Bize zemin, ağırlık vermektir.
Sorun hangi biçim, hangi büyüklük, hangi renk, hangi yaş değil. Hissediyor mu? Amaçlandığı gibi çalışıyor mu? Tepki verebiliyor mu? Korkuyor mu? Eski bir travmadan dolayı uyuşmuş mu? Yoksa kendi müziği var mı? Kendi tarzınca hareket edebiliyor mu? Dans edebiliyor mu? Hafif hafif sallanabiliyor mu?
Onu hayat boyu bizi taşıyan bir yük hayvanı olarak değil, sayesinde her türlü şeyi öğrenip bileceğimiz bir dizi kapı, bir dizi düş ve şiir olarak anlayabiliriz. Bazen biz bedene annelik ederiz, bazen de o bize annelik eder.
– Kurtlarla Koşan Kadınlar’ dan Beden seçkisi