Kabul Nasıl Gelir?

53-On Ward's IslandŞefkat bir kabul etme şekli. Son yazımla kabul döngüsüne ve evrelerine girmemin sebebi bu.

Bu satırları yazdığım geçici evimde, an geliyor bazı döngülerimin kapanışını kutluyorum ve içim şükürle doluyor. An geliyor henüz içine atlama cesaretini toplamadığım bulanık sularım için kendimi asıp kesiyorum. An geliyor, “geçecek zaar”:) hissiyle baktığım, gözümün önünde dikilen anıtlara bakıp ürküyorum. Tüm yakın ilişkilerimde, işlerimde, hayat parçalarımda kabul döngüsünün başka bir evresindeyim. Geçen yazıda lineer olmayan, kompleks sistemleriz derken ne demek istediğimin kanlı canlı örneğiyim, tam da şu an.

Hepsi, içimin yalnızlığa teşne parçalarını değil, ortak insanlık hissiyatımı besliyor bu yaz. İzole değil, benden çok büyük akıl almaz bir şeyin mikro parçası olduğumu hissettiriyor. Ve “damladaki okyanus”, bana şimdi, oğlumu ve sevgilimi evden gönderip bu satırları yazdırıyor.

Önce çok teknik, “bilgi bilgi” bir şeyler yazdım, bana bile yavan geldi aşağıdaki satırlar. Sonra son birkaç gündür burada yaşadığım kendi hallerime baktım, birilerine aktarmak için değil basbayağı kendimle ne yapacağımı bilmediğimden çıktığım yollara döndüm baktım. O zaman sindi içime. Şimdi paylaşabilirim. Bana değmeyen tek bir cümleyi sessizliği bozup ortaya savurmaya gönlüm yok.

Kabul döngüsüne devam.

Mindfulness ile deneyimlenen “şeyleri” kabul etmek yani an be an görmek ve gelip geçmelerine alan olmak var dersek, şefkatte özel olarak bunları yaşayan “benliği” kabul etmek ve ona özel bir tür ilgi sunmak var.

Mindfulness ile dikkat verme sanatında çalışır, deneyimlerin gelip geçmesini izleriz, geçiciliğin doğasına dair bir anlayış geliştirebiliriz ve aslında pratiklere düzenli devam edersek “benliğin ötesindeki yer”e erişim sağlayabiliriz.

Ve bu çok ilham verici, genişletici ve ferahlatıcı bir deneyim olabilir. Yine de dualite dünyasında ve fiziksel bedenlerimizde yaşadığımız bu dünyada, acı kaçınılmazdır. Acı çeken her canlı, ve hepimiz, acımıza özel bir ilgi gösterme, acıyı dindirme, dindiremiyorsak acı çekenin yanında olma hallerine potansiyel olarak sahibiz. Ve bunu öğrenirken, şefkatte daha çok deneyimi yaşayan öznede oluyor dikkatimiz, deneyimin kendisinden ziyade.

Acıyı yaşayana dikkati vermek, deneyim her ne olursa olsun, koşulsuz şartsız bir kabulü içeriyor. Ve bu en önce kaçınma ile başlıyor demiştim.

Yeterince kaçındıysak, ve orada takılı kalmadıysak, bir süre sonra kendiliğinden bir merak doğuyor içimizde. Merak hissi, kabul için şart çünkü merak yoksa olanı olduğu gibi görmek mümkün olamıyor. Meraksız insan, boşlukları ezberleriyle dolduruyor. Suzuki Roshi diyor ki “Başlangıç zihninde birçok olasılık vardır, uzmanın zihninde ise çok çok az.” Meraklandığımızda, sonsuz olasılıklara açık başlangıç zihnimizle bağlantı kuruyoruz.

Yeterince merak, hoşgörüye yolu açıyor. Burada hoşgörü, acıya açılmak gibi, acının da bize açılmasına bir parça açılarak. “Tamam, bu acıtıyor şu anda.” diyoruz belki artık, merakla araştırıp halimize bakınca. Ama hala -belki bir an önce- gitmesini de istiyoruz. Direncimiz devam ediyor. Mümkün mü? Mümkün. Oluyor mu hepimize? Oluyor.

Direncimizin bize sağladığı gizli faydaları görebiliyoruz nice sonra, onu susturup bastırmadıkça. Korkumuzu duyuyoruz, utancımıza bakıyoruz, tutunduklarımıza bakıyoruz. Halden anlamaya başlıyoruz, kendi halimizden. Acının biz başımızdan defetmek istiyoruz diye ve hemen değil de, kendiliğinden gelip geçeceğini idrak etmeye başlıyoruz. “Belki de hiç geçmeyecek” cümlesini bile kurabiliyoruz. Buna izin verme evresi deniyor ama bana göre daha cuk oturan sözcük razı olmak. Çünkü izin vermek gibi aktif, mütehakkim bir konumdan değil, daha edilgen, başka çaresinin aslında hiç olmadığını gören bir yerden doğuyor tüm bu anlayış.

Ve son olarak, başımıza gelen her ne ise onun gizli değerini, bize dersini, hediyesini görmek mümkün olabilir. Yaralandığımız yerlerden dünyaya sunacağımız hediyelerimiz çiçeklenebilir.

“Every cloud has a silver lining.” diyorlar İngilizcede, hepimizin bildiği ama azımızın anlama şansına eriştiği “her şerde bir hayır var” ifadesine yakın. Kuran’da defalarca geçen ayet aynı zamanda tüm kadim kültürlerde bir karşılığı olan atasözü.

İşte kabul et denilen şey, burada kısaltarak özetlemeye çalıştığımda bile böyle mevsimlere sahip, kendisine ait bir döngüye sahip bir süreç. Kışı var, baharı var, yazı var.

Sizi zorlayan anlarda, razı olmadığınızı hissettiğiniz her şeyde, hoşunuza gitmeyen duygularınızda “kabul ettim-etmedim” polaritesinden ötede böyle bir renk skalası olduğunu hatırlamanızı dilerim.

Kaçınıyorsam kaçındığım halime,

Meraklanıyorsam merakıma,

Hoş görüyor ama hala terk etmesini istiyorsam bu halime,

İzin veriyor, alan oluyor, ama hala çiçeği değil çamurunu görüyorsam bu halime

Anlayış gösterebilir miyim?

Bu hallerin kendilerine razı olmaktan başka çarem olmadığını görebilir miyim?

Ve bir kabul döngüsünün kapanışında, “iyi ki kırılmışım, tam da buramdan, başka türlü şunu nasıl öğrenirdim, şunu, şunu…” dediğimiz anları da onurlandırmak, dostlarla, kendileri döngülerinin başka bir yerindeyken dahi kutlayabilecek gönüle sahip olanlarla, kutlamak nasip olsun.

Varsa böyle şerrin hayrını görebildiğiniz anlarınız, şuraya not etmek isterseniz, buyrun. Nasıl kutlarız bilmiyorum, ama kalbimle okurum. “Kendimi henüz şerrin hayrından uzakta, şu evrede görüyorum”, diyenlere yerimiz olmaz mı hiç? Belki sizinkilere yerimi daha da açarken, kendi hallerime de daha da çok açabilirim…Sonu yok…

Hepsi mümkün, hepsi biz, hepsi insan.

 

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Twitter picture

You are commenting using your Twitter account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d bloggers like this:
search previous next tag category expand menu location phone mail time cart zoom edit close