“Şu dünyayı adamakıllı görmeden, dünyanın ne olduğunu adamakıllı anlamadan buradan gidecek olduktan sonra ne diye buraya geldik sanki? Yaşadığımızın farkına varmayacak olduktan sonra ne diye yaşıyoruz?”
diye sorar çok sevdiğim Sabahattin Ali ve şöyle der:
“Dibinde bir ejderhanın yaşadığı bilinen kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inmek cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan daha kolaydır.”
Evet zor bulunur. Ve evet doğrudur. Acı veren şeylerin gözünün içine bakmak, dibinde ne olduğunu bilmediğimiz kuyulara atlamak, öğrenmemiz için gereklidir.
Peki ne zaman atlamalı? Bu soruyu çok değil beş yıl önce duysam, “Deli misin, hayat geçiyor, hemen şimdi, dal dal dal!” derdim.
Bugün buna cevabım dünden farklı.
Yüzme bilmediğimizde suya itilir ya da atlarsak ne olacağı az çok belli; iyileşelim derken zarar görürüz. Acıya doğru adım atarken kendimizi güvende ve ehil hissetmek için, her gün, küçük küçük adımlarla gitmeliyiz. Her adımda acıya biraz daha yaklaşırken duygusal ve bedensel kaynaklarımıza yatırım yapmayı ihmal etmeden. Bir sabah kalkıp hayatımızdaki en acı gerçeklerin hepsiyle birden yüzleşmek bilgece değil, şefkatli de.
Ha bazen hayatın eli bunu böyle dan diye bizim için yapar. Ölüm gelir, ayrılık gelir, kayıp gelir, acı gelir. Travma deriz adına, başka bir şey deriz istersek ama karşısında eğilmekten başka çaremiz yoktur.
Asıl demeye çalıştığım şey şu; kendimi iyileştirmek için aktif olarak bir yola çıktıysam, kaynak geliştirme ve sorunlara odaklanmanın kendi fizyolojime has dengesini gözetmem büyük faydama olur.
Kendisi ufak ufak bu yollara girmiş henüz safdil bazı insanlar birilerine “Hadi açıl, dökül, sen de saçıl!” baskısı yapıyorlar, şahit oldum, oluyorum. Kötü bir niyetleri yok, ancak birine rehberlik edebilecek ya da şahitlik edebilecek bir donanımları da yok. “Ben soyundum, sen de soyun ki ben de daha rahat devam edeyim, yalnız hissetmeyeyim, gel işte mızıkçılık etme beraber oynayalım.” saikiyle hareket eden çocuklar gibiler.
Kırılganlığın dünya çapında en önde gelen araştırmacısı Brene Brown,
“Kırılganlığımızı ne ölçüde ortaya koyduğumuz, tüm kırılganlıklarımızı bir çırpıda yabancılarla paylaşmakla ölçülmez.”
diyor. (Bugün bunun en uç ve yaygın örneklerini sosyal medyada görüyoruz.) Yani bir kırılganlığın gücü yarışması olsaydı, en çok utanç verici ya da zor şeylerini en çok yabancıyla paylaşana birincilik ödülü verilmeyecekti.
“Ah bir açılsa o da, bir konuşsa anlatsa benim gibi, nasıl iyi gelecek ona da.”
Kozayı tıklatarak kelebeğin erken çıkmayacağını görmediysek koza tıklatmaya devam ederiz. Hem karşımdakinin açılıp saçılması, o anda o kişinin değil, bunu talep eden benim ihtiyacım. O ihtiyacıma daha derin bakarsam, bundan fayda görecek kişi yine benim.
Geştalt ekolünde sıkı bir eğitim aldım. O yıl pek çoğumuz dökülüp saçıldık. Kötü mü oldu iyi mi, bilmiyorum. Ortaya saçılan acılar, bir insan topluluğunda kendiliğinden ortaya çıkan şefkat, yakınlaşma, beni bugün dahi düşündürüyor. Yani evet, özel olarak kaynak geliştirme odağı olmadığında bile buna yönelen fizyolojimize şükürler olsun. Şefkati, anlayışı, derinlerimizden suyun yüzeyine çıkarıyor.
Geştalt, kurucusu Fritz Perls’den bugüne Budizm’den etkilenmiştir. Mindfulness temelli seanslar yürütülür, her şey şimdi ve burada olup bitendedir. Yani geçmişteki yaraları geçmişe dönerek iyileştirmekle uğraşan psikanaliz yöntemlerinden farklı olarak, görüşme esnasındaki “şimdi ve burada’ ile beden farkındalığı ön plandadır. Çok güçlü bir yaklaşım olduğunu hala gözlemliyorum, ancak dönüşümleri yaşamak için muhakkak işin kaynak geliştirme tarafına da bakım vermek gerektiğini düşünüyorum.
Örneğin öz şefkat eğitimi bir kaynak geliştirme eğitimidir. Daha pek çok yol yöntem var. Eğitimde egzersizleri yönetirken katılımcılara güvenlik önerileri yapıyoruz. “Hayatınızdaki en zor, en karmaşık olayı, ilişkiyi ya da duyguyu seçmeyin.” deriz. Elbette kişinin kendi tercihi, neyin üzerinde çalışacağını dikte edemeyiz ancak en büyüğü seçip kendisini sarsmadan da minik adımlarla şefkat yaklaşımını hayatına katmasının mümkün olduğunu göstermek isteriz.
Bugün, edindiğim tüm bilgi ve deneyimler ışığında:
“Sorun ne? Burada yanlış ve düzeltilmesi gereken ne?” yerine sistemimizi bazen de iyi gidene, keyif verene odaklamanın gerekliliğini anlıyorum.
Derin sularda yüzme işine cesaretle atlayan kişinin, eğer soluklanma, dinlenme, kaynak geliştirme imkanları olursa, kendini şöylece sevdiği birinin kucağına bırakır gibi halleri belki sıfırdan deneyimleyip sistemine işlerse daha güvenli ilerleyebileceğini düşünüyorum.
Ne mutlu ki işin kaynak geliştirme tarafına daha çok yönelen bir işe cüret ettim. Şefkat öğretmek.
Şefkati öğrenmek sadece çok iyi annelik almış küçük bir zümrenin erişebileceği bir lütuf değil, hepimiz için müsait, mümkün, olası. Buna -sahiden- inanmasam bu yola asla çıkmazdım.