Thich Nhat Han.
Çağımızın en aydın zihni ve en vizyoner insanı. Mindfulness kelimesinin isim babası.
Ülkesi Vietnam’daki savaşta büyük acılara şahitlik ediyor ve Gandhi gibi savaşın ızdırabına şiddetle karşılık verilmemesi için yıllarca aktivistlik yapıyor. Bu sebeple ülkesinden sınır dışı ediliyor ve batıya mecburen yaptığı göç ile bu büyük acıyı, tüm insanlığın hayrına, hayatını yaşama şekliyle dönüştürüyor. En çok kullandığı “No mud no lotus”u kendi hayatıyla gösteriyor.
Zen Budizm öğretisini mindfullness adıyla seküler halde, hangi dinden ve yaşam tarzından olursa olsun herkese açarken, bunun çağımızın anormallere normal diyen atmosferinde devrim yaratacağını biliyordu.
Bugün insan olmak bu kadar zorken, doğunun kadim bilgeliğinin artık sadece aydınlanmaya kendini adayan özel bir grup elitin değil, yaygın çoğunluğun ihtiyacı olduğunu gördü.
Uzun yıllardır aldığım tüm eğitimler ve tüm hocalarım bir yana, yüz yüze hiç görmediğim bu adamı en baş rehberim olarak gördüm. Teknolojiyi kullanmanın, sosyal medyada olmanın yanlış değil ne kadar faydalı olabileceğini gördü ve uyguladı. Online manastır kurmalıyız dedi. Bugün Plum Village’ın harika bir aplikasyonu var. Yaşadığımız asrı çok iyi okudu.
Fransa’nın güneyinde kurduğu manastıra 7 günlük bir inzivaya gittim. 60 farklı ülkeden 300 insanla birlikte mindfulness ve şefkatin öğretilmediği, bunların yaşandığı bir köyü deneyimledim. Evet bize Budizm felsefe ve psikolojisinden dersler de verdiler, ama sanıyorum herkes en çok öyle bir yaşamın mümkün olabildiği bir yerde nefes alıp vermekten etkilendi.
Hep derim ki, proje gibi yapılan işler ve yerlerle birinin hayali olan bir şeyi gerçekleştirmesi arasında büyük fark vardır ve bunu oraya gittiğinizde, o işe bulaştığınızda hissedersiniz. Plum Village’ta Thay’ın rüyasının içinde yaşadığımı iliklerime kadar hissettim.
Bizi ninnilerle uyuttular, kuş seslerinde yürüttüler, vahşi doğanın içinde müzikle ruhumuzu beslediler. Yürürken sadece yürümenin, yerken sadece yemenin, kalabalık halde asil sessizlikte kalmanın muhteşemliğini gösterdiler.
Çayı koyuşlarıyla, yürüyüşleriyle, yemek alışlarıyla, gülümseme ve bakışlarıyla, kurdukları ekolojik köy, organik çiftlik ve “Küresel ısınma için bir insan grubu maksimum ne yapabilir”i göstermeleriyle, bilginin çok ötesinde bir yerden, varoluştan varoluşa adı konması zor bir şeyler akıttılar.
Türkiye’ de genelde kendimi çok yalnız hissettiğim bir konuda (Mindfulness’ın sadece ana dikkat vermekten ibaret bir teknikler paketi olmadığı, nasıl yaşadığımız/tükettiğimiz/var olduğumuzdan bağımsız ele alınamayacağı gerçeği) bambaşka ülkelerden insanlarla bu anlamda bir aidiyet duygusu yaşadım.
Tüm bu deneyim, içimde geçiciliğin doğası, beslemek, annelik etmek, insan olmak ve ruhsallığa dair küçük denizimi bir parça daha berraklaştırdı.
Hepsi için minnettarım ve şükürle doluyum.