Paradigmaların değiştiği bir dönemdeyiz.
İyileşmeye dair ihtiyaç tepe noktalara çıkarken, iyileşmeye dair süregelmiş inanış ve kabullenilmiş metotların sorgulandığı bir dönem bu. Öyle olduğumuzu fark etmeden tutucu olduğumuz noktaları terk etme zamanları. Hakiki manada büyük resmi görme zamanları.
Bu işlerle ilgilenen kendi aramızda küçük bir topluluk olarak birbirimizi duyup bunlar çok konuşuldu ve herkes biliyor zannediyoruz. Bu gerçek değil, pek çok insan doğal olarak hala bilimsel kanıtlı uygulamalara dahi şüpheyle yaklaşıyor, bunları spiritüel safsata – new age zırvası sanıyor ve iyileşme ihtiyacında olmasına rağmen uzak duruyor.
O nedenle şunları duymayan kalmayıncaya kadar anlatıp duyuracağız her birimiz:
Bazı Avrupa ülkelerinde Mindfulness Temelli Stres Azaltma Programı (MBSR) doktorlar tarafından reçete edildiği takdirde sigorta şirketlerince ödeniyor.
1979’da MIT’de Jon Kabat Zinn tarafından açılan Stres Azaltma Kliniğinde mindfulness kullanılarak kanser ve kronik hastalıklara sahip insanlar tedavi süreçlerinde destekleniyor.
Dünyanın en saygın üniversitelerinde mindfulness başlıklı yüksek lisans programları ve araştırma merkezleri var. (Oxford, MIT, UCLA, Harvard, Stanford, Yale…)
Harward’dan Nörobilimci Sarah Lazar ve arkadaşları sadece yoga ve mindfulness’ın nörobilimini araştırmak için bir merkez kurdular ve yıllardır araştırıyorlar. Yalnız değiller, Çin’den Amerika’ ya pek çok nörobilimci bu konuya odaklanmış durumda.
En iyi MBA programları ders programlarına mindfulness eklediler.
Dün Devrim Akkaya’dan gördüm ki, İngiltere’de doktorlar dansı reçeteleyebilecekler pek yakında. Brezilya’da aile dizimi sağlık bakanlığınca alternatif tedavi olarak kabul edilmiş.
Neden peki?
Travma tedavisinde tek başına konuşma terapilerinin yeterli olmadığı gün yüzüne çıkıyor. Geçtiğimiz yüzyıla damgasını vuran “her şey kafada” akımı, yerini “zihin-beden bütündür” anlayışına bırakıyor. Ve odağımızı iyilik halini geliştirmek ve korumaya çeviriyoruz, hasta olduktan sonra iyileşme yoluna girmektense.
Ve Erich Fromm’un harika tespitiyle, terapiye giden “hasta” bir önceki yüzyıla göre çok farklı bir arayışta. Anlam arıyor. Yüzeydeki görünen hayat durumları ve sorunlarının varoluş sorusunun üzerine giydirmeler olduğunun farkında olan insan sayısında artış var. Ve insanlar bununla ne yapacaklarını bilemiyorlar.
Kapitalizm bize yüz yıl boyunca bireysiniz dedi ve bugünlerde birey olarak yetişmiş bizler, kabile peşine düştük.
Biyolojimiz ve topluluklarımızla olan bağımız iyileşme süreçlerine daha fazla entegre edilmeye başlandı. Yoga, meditasyon, dans, tiyatro, koroda şarkı söylemek. Şefkat. Bunların ne kadar iyileştirici şeyler olduğu hala hayretle araştırılıyor. Nasıl oluyor da bu kadar iyi geliyor, onun bilimini anlamaya çalışıyorlar desek yanlış olmaz.
Asırlardır bunların bize iyi geldiği bir şekilde kadim geleneklerde biliniyor. Olsun, varsın kanıtlı olsun. Yeter ki daha çok insanın bunlardan haberi olsun.
“Çok mu olduk, onun alanı neydi, ben daha çok biliyorum, onunki biraz şey”leri bir kenara bırakıp iyileşenlerden-hala yolunda olanlardan iyileşmek isteyenlere doğru akan bu şifa nehrinin bir damlası olduğumuzu idrak etme zamanı.
Deterjan markasıymışız gibi “o daha etkili, bu daha beyazlatıcı”ların saçmalığına ayılmak lazım.
Ne bilgi bize ait ne özeliz bunlarla buluşanlar olarak. Herkes elinden geldiğince, ihtiyacı olanın ve bu ihtiyacın peşine düşenin elinden en iyi bildiği ve yapabildiği şeyle tutacak.