Hepimiz bir film çekiyoruz. Kimimize senaryo hazır verildi gibi geliyor. Kimimiz de senaryosunu kendisi yazdığına sonuna kadar inanıyor. Kimimiz başroldeyiz, kimimiz kendi hikayemizde bile geri planda rahat ediyoruz.
Ama önünde sonunda bir filmi yaşıyoruz. Günlük hayatta hep bu filmleri konuşuyoruz. Hatta filmler kendi arasında konuşuyor.
Dikkatimizi verdiğimiz yer; hala filmin içeriği, kurgusu, senaryosu, oyuncuları.
Halbuki bitmeyen ızdırabımızın sebebi, filmimizin içeriği değil, bu filmi yaratma ihtiyacımız. Bu filme yapışan ellerimiz.
Lalaland’den hakikat diyarına geçiş, “Acımın kaynağı yazdığım ya da başıma geldiğine inandığım bu hikâye değil; bu hikâyeyi yazma eğilimim.” dediğimiz nokta.
Modern insan sadece alkole, sigaraya, bilgisayar oyunlarına, alışverişe, sekse bağımlı değil. Hikayelerimize, kişiliğimize, “sabit” olduğunu sanmak istediğimiz her şeye deli gibi bağımlıyız. Çünkü gerçek şu ki, bunlarsız ne “yaparız” bilmiyoruz.
Muğlak, kaygan, değişen bir zeminde habire bir “sabit” arayıp duruyoruz. Bulduk sanırken, yitirirken, tamam işte bu derken, bulamadık diye üzülürken hayat geçip gidiyor.
Hadi eğip bükmeden söyleyelim, hepimiz öleceğiz, bu gerçekle ne yapacağımızı bilmediğimizden herkes ne yapıyorsa onu yaparak ayakta uyuyoruz.
Hikayelerin, ben’in ötesine geçmenin de bir yolu yordamı var.
Kimi daha “acımadı ki” evresinde, o önce bir canının yandığı gerçeğiyle, bir hikayesi olduğuyla yüzleşecek.
Kimi hikayesiyle, acısıyla tanış olmuş, ama labirent haline getirdiği hikayesinden, hikâyeye giriş yapmasını sağlayan yaklaşımla çıkamıyor. Hikayelerin bir oluşma sebebi, o yaralardan içeri geçilen bir kapı var, o da o kapıyı arayacak artık.
Öyle başına ne geldiğini anlamadan, daha “ben” olmadan, öte taraflara geçiyorum sanmaklar da tehlikeli.
Ve bunlarsız bir meditasyon, mindfulness, yoga, şefkat çalışması düşünemiyorum. Yahu asıl konumuz bu. İnsan olmanın zorluğu, acısı, yolu bu. Burayı yok sayarak şefkat & meditasyon çalışmaları yapmak, zehrin üzerini şekerle kaplamak olurdu- o benim yolum değil çok net. ⠀
Öz-şefkat falan diyoruz, böyle kendini sevdi ve she lived happily ever after gibi bir durum yok yani.