Hiç kemiğiniz kırıldı mı?
Peki iyileşti mi?
Peki hiç sözle yaralandınız mı?
O iyileşti mi?
Sözcükler yerine göre eylemlerden bile güçlü olabilir. Kırılan kemik birkaç ayda iyileşiyor, kırıcı bir sözün yarası belki ömür boyu geçmiyor.
Hayır, dilimize dikkat edelim gibi klişe bir şey söylemeyeceğim. Onun yerine bir sorum var: Hayat boyu en çok sözcüğü nereden duyarız?
Kitaplar? Ailemiz? Televizyon, İnternet? Müzik?
Hayır en çok kelimeyi -istisnasız hepimiz- içimizden geçenlerden yani iç sesimizden duyarız. Dışarıdan hiç konuşkan görünmeyenimizin bile içinde bile çok gürültücü, çok konuşkan ve susmak bilmez bir iç ses vardır. Uyumadığımız tüm vakitlerde iç sesimiz aktiftir.
Hal böyleyken, şu hayatta yapacağımız en akıllıca yatırımlardan biri iç sesimiz üzerinde çalışmaktır. Nörobilimciler sabit bir iç sese sahip olmadığımızı, bunun değişebileceğini nöroplastisite ile çoktan kanıtladılar.
Biz de öz-şefkat eğitiminde iç sesimiz üzerinde bol bol çalışıyoruz. Kelimelerin muazzam gücünü de kullanıyoruz.
“Kelimeler bu kadar can yakabiliyorsa, kelimeler bu kadar iyileştirebilir”den yola çıkıyoruz.
Aynı yere damlayan su damlalarının kayaya bile şekil verebilmesi gibi, kelimeler de en katı ve incinmiş kalplerde dahi arkasında doğru niyet ve inanç, doğru çaba ve mindfulness varsa çalışıyor.
Mindfulness meditasyonlarında daha çok nefese odaklanılır. Bazı şefkat meditasyonlarında kelimeler de ön planda. 2.000 yıldır uygulanmış, temelini doğunun bilgeliğinden alan doğru kelimeler.
Bunların olumlama, kişisel gelişim ya da pozitif düşünmeyle bir ilgisi yok. Temelini kadim öğretilerden (budizm’den) alan ve bilimsel araştırmalarla etkisi kanıtlanan yani bana göre ayakları yerde ve tam manasıyla kafası da göklerde uygulamalar bunlar. Hem geçmişten gücünü alıyor hem de geleceğe uzanıyor.