
Tabu deyince ilk hangi kelime geliyor aklınıza? Cinsellik, seks? Bana kalırsa bu, buzdağının görünen yüzü. Kapitalist sistemin mahremi para ve sosyoekonomik sınıf mevzusu diye düşünürüm. Hatta Amerika dışı toplumlarda etnik kökenden kaynaklı yaraları da buna dahil ederim.
Dergilere, popüler kültüre bakın, en ucuz şekliyle de olsa yakın ilişkilere, cinselliğe dair bir şeyler azıcık ayıp, günah, kaçamak soslu da olsa mevcut. Şimdilerde vahşi kadın, dişilik, çember, haz, menstrüal döngü, ilk regl deneyimi derken pek çok şey çalışılıyor konu etrafında ve bunu ben de çok kıymetli ve gerekli bulanlardanım.
Peki mesela küresel kapitalizmde aniden işsiz kalıverebilen bir insanın yaşadığı utançtan bahseden duydunuz mu? “Sevgilinizle seksi ateşlendirmenin 5 pratik yolu” gibi, “Ailenize bakamama stresi yaşıyorken işinize yarayacak 5 hayati öneri”ye rastlayan oldu mu? Gittiği herhangi bir “kişisel gelişim” alanında -cinsellik, anne yaraları, çocukluk travmaları yeri gelip rahatça konuşulurken- sosyoekonomik sınıfların yarattığı erken dönem ya da yetişkin travmalarından bahsedene rastladınız mı? Sizi bilmem, ben pek rastlamadım.
Rastlamadığım yer sözlerdi. Oysa odadaki havadaydı, tüm ağırlığıyla oradaydı. Ortak ve gizli bir anlaşma var gibi derinden, “Hepimiz biliyoruz ama hiç dile gelmeyecek”ti. Bu da bana derdimizin, derimizden derine işlediğini fısıldadı hep.
Halbuki kültürü, ekonomisiyle, sosyal sınıfıyla yaptığımız pratiklerden apayrı düşünmemiz manasız.
Sevdiğim bir hocam, “Kontekst hiçbir şeydir, ve ama kontekst her şeydir.” derdi. Bilmem kaç nesildir profesörlerden, mürekkep yalamışlardan oluşan bir aileye doğmakla, köyde sizden bir önceki nesil zar zor okula gönderilmiş bir ailede doğmak bambaşka hediyeleri ve zorlukları olan iki hikayedir. Bunlara sadece bireyin ve içine doğduğu ailesindeki fertlerin değil, kültürel boyutun da dikkate alınarak bakılması gerekir.
Hikayelere, “Bunların hepsi hikâye.” diyebilmek için, içindeki parçaların onurlandırılması, yaraların sarılması gerekir. Hikâyenin hakkını vermeden hikâyenin ötesine geçemiyoruz. Bana kalırsa insanın hakikatine yaklaşmasının amentüsü de burasıdır.
Şefkatle bunlara dair olanların da sarmalanması, anlaşılması, görülmesi gerekir. Biri diğerinden üstün ya da daha kolay değildir, bunu görmek için arada bunların ortaya çıkabileceği güvenli alanlar ve diyaloglar kurmak bu yüzden değerlidir.
Bu dönemin insanı zaten yalnız. Konu dönüp dolaşıp çekirdek aile yapısında küçücük evlere sıkışan bireysel insan hikayelerine dayanıyor.
“Yeterince üretmezsen loser olabilirsin.”
“Yeterince çalışırsan sen de tırmanabilirsin.”
Bu ikisine de son birkaç on yıldır, “Yeterince çaba sarf edersen kendi kendine iyileşirsin.” de eklendi. Loser ve American dream’i sorgulamayan zihinler de sistemin iyileşme vaatlerini de aldı cebine koydu. Şimdi insan olmak ve iyi hissetmek neden bu kadar zor diye geziyoruz hep beraber.
Ben bir şefkat sınıfında tüm görünür ve görünmez farklılıklar gibi, bunların da ortaya çıkarılmasını çok kıymetli buluyorum. Her birine eğilme şansımız olmasa da, “Böyle farklılıklarımız da var burada ve bilmiyoruz yanımızda oturan insanı.” diye beraber hatırladığımız an, paradigmanın değiştiği an oluyor.
Cam dükkanındaki fil gibi hareket ettiğimiz sokak ve ofisimizdeki mental formasyon hapishanelerimizden çıkmak için, pekâlâ şefkatli ve güvenli bir ortak alanda, fil olmadığımız halleri deneyimleyebiliriz. Herkes içindeki cam kırıklarını kısa bir süreliğine de olsa çıkarıp şöyle ortaya koydu mu, cam dükkanında olmuyoruz artık zaten. İnsan hem çok dayanıklı hem çok kırılgan bir canlı. Camını ortaya serdi mi, geriye çok ama çok dayanıklı bir yapı kalıyor. İnsan şaşıp kalıyor, büyüleniyor.
İçimizde durup dert olacaklarına, ortaya dökelim anıt gibi dursunlar. Onlara beraber bakarız belki hem, gözümüz gibi. Beraber sever, beraber sararız yaraları, belki beraber ağlarız ya da beraber güleriz. O deneyimlerde muhtemelen yapayalnızdık, ama sararken yalnız olmayabiliriz.
Bir ihtimal. Bu ihtimali seviyorum.