Kendinizi en çok takdir ettiğiniz yönleriniz -şu sıra- neler?
Sadece birkaç nefes durarak, bu soruyla attığım taşın içinizdeki suda yansımalarına kulak verebilir misiniz?
Soru sizi irite ettiyse, anlamsız ve yapay geldiyse ve kendinizi rahatsız hissettirdiyse bilin ki yalnız değilsiniz.
Kültürlerarası farklılıklar olmakla birlikte, insanlık olarak genel manada kendimizi acımasızca eleştirir ve eksiklerimize odaklanırken, güçlü taraflarımızı cepte ve olduklarından önemsiz görüyoruz. Pek çoğumuz bir iltifatı karşılamayı bile beceremiyoruz.
Neden bu kadar zor güçlü yönlerimizi takdir etmek?
Acılarda birleşmek, pırıldayan taraflarda birleşmekten daha kolay ve risksiz. Memeliler olarak sürü dışında kalmak en büyük korkumuz ve ışıldayan yönlerle temasta olmak, ihtiyaçlı ve zayıf olmanın tersine bizi kabilenin dışına atıverir. Diğerlerinden ayrı düşmenin acısından kaçmak “hayatta kalan” (survivor) psikolojisindeyken bizim için hayati önem taşır.
İyi özelliklerimiz “düzeltilmesi gereken” şeyler değildir ve eğer tüm dikkatimizi “eksiğe, olmayana” vermeye alışmışsak “Yolunda giden bir şeye bakıp tadını çıkarmak nedir?” hiçbir fikrimiz olmayabilir.
Güçlü yönlerimizle temastaysak kıskançlığa yol açabiliriz. Kıskanmak ve haset etmek insanı yakar ama kıskanılan rolünde olmak da hiç rahat bir pozisyon değildir. Yalnızlıktan korkuyorsanız bu korkunuz kıskançlık uyandırmanın ihtimaliyle bile tetiklenebilir. Zarar görme korkumuz tetiklenebilir.
Ve kendini beğenmiş olarak etiketlenebiliriz, ki sosyal stigması en ağır etiketlerden biridir.
Peki kendimizi takdir edemiyor oluşumuzun bedeli ne? Kendini takdir edemeyişin bedeli, gerçek öz güvenden yoksun bir hayat.
“Kendini beğenmişlik ile öz güven arasında ne fark vardır?” sorusuna bakmamız lazım bunun için de. Bazen sorulan soruya cevap vermenin en iyi yolu soruyu değiştirmektir. Bence bu soruyu el birliğiyle değiştirmeliyiz. “Kendini beğenmiş”in dilimizde neden bu kadar kötü bir sıfat olduğuna bakmamız gerek. Sahi nesi bu kadar kötü kendini beğenmenin? Taze gözlerle buraya bakmaya var mısınız?
Zararlı olan şey kibir, kendini beğenmek değil. Ama biz kendini açık açık beğenmenin kibire dönüşmesinden çok korkuyoruz. Bu korkumuzda da çok haklıyız, yukarıda yazdığım aforoz sebeplerine bakılırsa:) Ayrıca, söz konusu kibir ise ruhsal hayatın gelişimine de engel kocaman bir konudan bahsediyoruz.
Bize hizmet edecek asıl soru şu olurdu:
“Kibir olmadan özgüven nasıl mümkün olur?”
Modern psikoloji literatürüne göre, pozitif deneyimlerin -onlara yapışmadan- tadını çıkarmak (savoring) ve şükretmeyi öğrenmek kendini takdir etmenin temelidir.
Herkesin güçlü yönleri ve iyi özellikleri olduğunu hatırlamak yani “ortak insanlık hissiyatı”nın sadece acılarda değil burada da bizi birleştirdiğini hatırlamak da perspektif kazandırır.
“Ben bunda berbatım, sen de şu konuda iğrençsin, o da bunu hiç beceremiyor.”
Bu iç sesle yaşamaya devam etmek isteyenlere elveda deyip, aşağıdaki iç sese yönelmek isteyenleri soldaki kapıdan alalım:
“Ben bunda iyiyim ve sen de şunda iyisin ve o da bunda çok iyi.”
Güçlü yönlerimiz ve iyi özelliklerimiz tamamen bizim eserimiz olan, egomuzu besleyecek besinler değil, bizim dışımızda pek çok faktörün, şartların, insanların etkisinde manifestosunu bulmuş potansiyellerdir.
Aile ve atalarımızdan aldığımız genler, üzerimizde verilmiş her bir emek, her türden besin, arkadaşlar, sevgililer, hocalar, sevgi ve şefkat aldığımız her kaynağın büyüyüp serpilmemizde etkisi var.
Kendi güçlü yönlerimizi takdir edip onlarla temasta bir hayat sürerken, yaşam zincirindeki bu aktarımı ve bir aradalığı, birliği (interconnectedness) kendimize hatırlatmak bizi güvenle mütevazi tarafta tutar. Kibire doğru uçuşa geçmez, “benden ötürü” kafasına girmeyiz.
Kendini takdir etmek bencilce değildir. Ya da çok sağlıklı bir şekilde bencildir.
“Emotional buoyancy” (buoyancy: suyun kaldırma kuvveti) diyorlar literatürde buna. Yani duygusal olarak bizi batırmayan, suyun üstünde tutan güçlerdendir. Daha önce pek çok yazımda bahsettiğim gibi hayat doğası gereği acının olduğu bir oyun alanı ve acılara yapışmadan onlarla başa çıkarken, kaynaklarımıza yatırım yapmayı ihmal etme lüksümüz yok. Acılarla düzenli olarak yüzleşmek ne kadar gerekliyse, bizi suyun üzerinde kendiliğinden tutan her ne varsa onlara da yapım-bakım-onarım-takdir caizdir:)
Biz bunu sadece o popüler söylem gibi “Hak etmiyoruz.”, zorlu hayat koşullarında ve tüm canlılar için var olmak için güçlü, ayakta, dayanıklı, sağlam ve ışıl ışıl olmak zorundayız. Olabilecek potansiyele de sahibiz.
İnsanın kaderi sadece bir hayatta kalan olma hikayesi değildir. Biz, ölümlü olduğunu bilen ve hayatta kalmaya programlı bir biyolojik enstrümanda, bu büyük ikilemde kendini kaybedebilecekken kaybetmeyip, sadece hayatta kalan olmakla yetinmeyip, serpilmekle, büyümekle işi olanlarız.
Görev zorlu, kim olduğumuzu arada anımsamakta fayda var. Buradaki kim olduğumuz cv’lerimizde yazan saçmalıklarla kıyaslanamaz.
Yazıyı, çok sevdiğim hocalarımdan birinin mantra gibi hep söylediği sözlerle bitiriyorum:
We are ALL awesome.
We are ALL noble.
We are ALL shining.
(Hepimiz müthiş ve asiliz ve ışıldıyoruz.)