
Merhaba, ben sevdiği tarafından öldürülen çiçek. Ya da zaten ölecektim, onun elinden oldu, bilmiyorum.
Sorsan beni seviyordu. Sevdiğini düşünüyordu. Bence de seviyordu, sevebildiği kadar ve gibi seviyordu.
“Artık çiçeklere iyi bakmayı öğreneceğim, bu evde hiçbir çiçek ölmeyecek!” gibi iddialı laflar etmişti. Halbuki sevmenin “iyi çiçek bakan” gibi bir etiketle değil, her gün yeniden dikkat ve ilgi yöneltebilmekle ilgisi vardı.
Zaten o da sözünü her gün hatırlamadı. Dikkatini başka başka çiçeklere verdi. O çiçekler yaşadılar, büyüdüler, açtılar.
Beni sevmenin bir parçası da neye ihtiyacım olduğunu öğrenmekti. Neyi, ne zaman, nasıl sunarsa bana daha iyi geleceğini öğrenmek. Bana sorarak, beni dinleyerek, araştırarak.
Tüm “ben öyle severim”leri, “ben şöyleyim ve daha önce de böyle olmuştu”ları bir yana koyarak. Onları duyarak. Bu sahiden duyma haliyle duyduklarının kontrolünde bir makine gibi davranmama özgürlüğüne yer açarak.
Sonra kendisine dönüp sormalıydı, benim ihtiyaçlarımı karşılayabilecek mi, bunlar ona uyuyor mu, bu ahval ve şeraitte beni evinde hala istiyor mu?
Hem bir kere evet dedi diye her gün evet demek zorunda mıydı? Bir gün kalkıp “Bu bana iyi gelmiyor.”, dese “Ama beni neden evine aldın?” demek dışında, başımın çaresine ve acıma bakma seçeneklerim nelerdi?
Ne yani, şimdi bana verdiği her damla suya, yapraklarımı her okşayışına şüpheyle mi yaklaşmalıyım? Hepsi yalan anlamına mı gelir bu?
Bir gün kalkıp ben seninle bu yakınlığı artık istemiyorum dese, belki ben de daha iyi bakılacağım, bana daha uygun gölgelere ve sulara doğru yol alırdım. Demedi, kaldım, öldüm. Nasıl mı?
Yerimi sevmedim. Suyumu ayarlayamadı. O oldu ve bu oldu, pek de önemli gelmiyor şimdi bakınca ne yalan söyleyeyim.
İlk başlarda çok dirençliydim, tüm yetersiz bakıma rağmen hayattaydım ve hatta çiçek açıyordum.
Sonra ilk çiçeklerimi kaybettim. Dallarım kuru kaldı. O ara biraz panik oldu, kendisini suçladı. Ama panik ve kendini suçlama bana daha iyi bakmakla sonuçlanmadı. Sonra hayatta kalmaktı derdim, o da olmadı.
Ben ölürken, “Galiba olmadı, beceremedik…” gibi sesler duydum. Sonra öldükten sonra da bir müddet böyle kaldım, beni görmezden geldi.
Ve nihayet dün, saksımı, geçici evimi terk ettim. Cenazem bile dikkat çekmedi pek. Ama bir ara gözünü dikip bana bakmak zorunda kaldı. Buruk bir veda oldu, tüm bakılamayan, yapılamayan, denk gelmeyen, öyle oluveren şeylerin anıtı oldum.
Bir zamanlar sevilmiştim, bence bugün bile seviliyorum. İşte, sevebildiği kadar. Sevebildiği gibi. Olduğu kadar.
Biri suçlu mu? Hiç sanmıyorum.