Burada genelde üzerinden vakit geçmiş anlardan, üzerinden vakit geçmiş kareler eşliğinde bahsediyorum. Ama şimdi bugünü yazacağım. Neden mi? Bugün biraz canımın sıkkın olduğu bir gün yaşadım ve bunun normalleşmesini önemsiyorum.
Sonra üzülsem/ Üzüldüğüme üzülsem diyor ya Mirkelam, ben artık üzüldüğüme üzülmüyormuşum. Bugünkü üzüntümden bunu öğrendim. Üzülmem çok normaldi, yerimde kim olsa üzülürdü, ortada üzülecek bir şey vardı. Üzülmemi garipsemedim.
Budizm’de kalbe ikincil ok saplamak diyorlar. İlk ok kaçınılmazdı, benim dışımda gelişti, ona yapabileceğim bir şey yoktu. Ama ikinci oku kendi kalbime kendi elimle saplamamayı pratik ettim bugün, öğrencilerime anlattığım gibi. Gün boyu kendime, “İşte anlatacak bir örneğin daha içinden geçiyorsun ve bu geçici” diye hatırlattım.
Bana ne iyi gelir? diye sordum kendime. İşlerimi bir kafede yapmaya karar verdim. Orada kahve içip çalışırken mesaj geldi: “Seni görüyorum ama kulaklıklısın rahatsız etmeyeyim dedim.” yazmış. Zarif kuğularım benim, yeni hayatımın yeni kuğuları. Sadece mesajını okumak gülümsetiyor.
Sonrası sarılma, ne güzel kokuyor arkadaş kadın, ne güzel bakıyor. Seni seviyorum, dedi. Duydum, geçiştirmedim, güzel hislerin derimden içeri işlemesine izin verdim. İnsan insana gerçek temasların süresi ne olursa olsun ne kadar güçlü olduğunu anımsadım. Daha geçen gün görmüştüm, oh dedim, bir haftada iki kez deniz görmek hiç fena değil. İstanbul Boğazı’ndan günde iki kez geçerken denizin güzelliğini görmekten hiç farklı değil.
Oturduğumda, çok değil beş dakika önce aklımdan “Bu işleri yapmanın zor bir tarafı var, sen herkese iyi gelirsin de sana iyi gelecek kapasitede insan git gide azalıyor, zaten yalnızdın, daha da yalnız kalacaksın.” falan gibi karanlık düşünceler geçmişti. Hayatın espri anlayışına gülümsedim.
Birazcık yürüdüm açık havada. Bir insan bedeninde var olmak bugün de böyle bir his işte diyerek içimde olan bitene kulak verdim. Bir “ne desen haklısın” tavrım vardı içime:)
Yakınlarımdan birine mesaj attım, beni arar mısın, dedim. Azıcık konuştuk. “Ne olduğundan bile bahsetmek istemiyorum, halim bu” dedim. Bana benim dilimden bir şeyler söyledi. Ne yalan söyleyeyim kelimelerinden ziyade sesinin notalarını dinledim. Kelimelerini dinlesem içeriğe tepkili olma eğilimimi gördüm; niyetini ve sesini dinlemeye, varlığını gözümde canlandırmaya dikkatimi verdim.
Benimle konuşurken “Dur bir dakika, harika bir şey gördüm bunun fotoğrafını çekebilir miyim?” dedi. Bekledim. O bekleme anı bana konuştuklarımızdan daha iyi geldi. Benimle konuşurken sokaktaki güzelliği görebilen bu yakınım için şükrettim. Ona teşekkür ettim.
Oğlumu okuldan alıp eve bırakıp yarım saatlik bir mola yaptım. Yolda ona çok neşeliymiş gibi yapmadım. Durgun durgun evimize gittik. Bulutlara baktık, bulutlar ben neşeli değilken de çok güzeldi. Evimize yakın bir kitapçı açılmış, gördüm, sevindim ve içine daldım. Markete girdim, kasada yüzü tanıdık kasiyer kıza gülümsedim, gözlerine yüzüne baktım. Çıkınca kendime bir kahve ısmarladım.
Eve gelirken akşam meditasyonumu ve pratiklerimi beklemeden de hüzün bulutlarının dağılabildiğini görüp sevindim. Evet, bazen akşamı, yalnızlığı ve sessizliği bekliyorum geçsin diye, ve içimde nasıl yok yere uzun asılı kaldığını izliyorum bazı hislerin…
Bugün üzgün ve güzel bir gündü.
Bu mümkün.