Plum Village’ta bir kedi evi’nin girişinde, “Kedilerin evine girdiğinizde sessiz olun.”
demişler. Kendi kulübeme giderken bizimkiyle aynı boyuttaki bu kulübeye bakıp kalıyordum her seferinde, son gidişimde.
Biz bu sessizliği, bazen eşimize, en yakınımıza çok gördük. Çocuklarımıza sessiz olma izni asla vermedik; bir çocuk gördüğümüz anda onların sessizlikte durabildiğini göremeyecek kadar transta olduğumuzdan bırbırbır konuşmaya ve boşluk doldurmaya devam ettik.
Sessizlik en büyük besinlerimizden biriydi, biz ona maruz kalmamak için kendimizi türlü gürültüyle boğduk.
Sistem bize sessizliği, sesin yokluğu ve yalnızlık olarak tanımladı ve bunu yuttuk.
Sessizliğe izni olmayanın aslolanın ne olduğuyla temasa da izni yoktu. İçimizde koca tiranlıklar kurduk. Evet, dışarıdan en muhlis görünenlerimiz dahil, içimizde duyulamayan siyaseten yanlış sesler korosunu sonsuza dek susturduk. Baskıcıydık. Dışarıda Trump’a nefret kustuk, ona buna diktatör dedik ama kendi içimizdeki diktatörlüklere dönüp bakmadık.
Şimdi mecburi sessizliği doldurmak için türlü öneriler görüyorum. Bunu anlıyorum, evet ihtiyaç da var. Fizyoloji dengelemek, kaynak yaratmak, hepsinin bir karşılığı var içimde.
Yine de dilerim bir parça daha uyananlar olur, bu doldurmak isteyip de bir türlü dolduramadığımız altı delik delik kovalarımıza. Dolmasına gerek olmayana ve feci bir yanlış anlamayla sürekli doldurma çabasında olduğumuza.
“Bu ormanda feci halde yanlış bir şeyler var.” dediğimizde daha az yalnız hissetmeye başlarız dilerim.
3 yaşındaki çocuklarımızı sabahın köründe bir servisle tüm günü geçirecekleri bir okula göndermemize bir lahza da olsa yabancılaşırız dilerim. Bebeklere yapılan “hemen sosyalleşsinler, hemen kendi ayakları üzerinde dursunlar, hemen memeyi bıraksınlar, hemen yataklarında uyusunlar” baskısına yabancılaşırız dilerim.
Şu kedi yuvasındaki kediler kadar sessizlikte durabiliriz dilerim.
Nothing to do. Nowhere to go.
Az daha anlarız, dilerim.