Hermann Hesse Siddharta’da şöyle diyor:
“Wisdom cannot be imparted. Wisdom that a wise man attempts to impart always sounds like foolishness to someone else. Knowledge can be communicated, but not wisdom. One can find it, live it, do wonders through it, but one cannot communicate and teach it.”
“Bilgelik bir başkasına aktarılamaz. Bilgenin başkalarına anlatmaya çalıştığı bilgelik her zaman aptalca bir şey gibi gelir kulağa. Bilgi aktarılabilir, bilgelik değil. Bilgelik keşfedilebilir, yaşanabilir, bilgelikle mucizeler yaşanabilir, ama bilgelik anlatılamaz ve öğretilemez.”
Şöyle bir gözümün önünden geçiyor, bir şeyler öğrendiğim, hoca deyince aklıma gelen herkes.
Varlığında bulunmanın bana en iyi geldiği hocalarımdan birinin son günlerdeki yazılarına bakıyorum. Yazdığı her şey öyle sıradan, öyle basit, öyle bilindik ki. Kolunu çarpsan onun yazdıklarını “bilen” birine rastlarsın. Öyle ezberlenmiş cümlelerle dolu ki etraf.
Kabul et.
Herşey sevgi.
Hepimiz biriz.
Gölgemizle yüzleşmemiz lazım.
Şefkat göster.
Sınır çizelim hadi hep birlikte.
Liste uzar gider, siz anladınız.
Hadi hiç eğip bükmeden söyleyeyim. “Öyle” yaşamadığını gördüğüm (en azından belirli kısa bir zaman diliminde, ve bana göre elbette) biri sadece instagram kullanarak hocamın yazdığı herseyi “biliyor”.
Bu noktada “Bilmek nedir kardeşlerim?” diyen bir ses yükseliyor ve bence bu ses vapurdaki işportacı bağırması kıvamında bir ses.:)
Sahiden nedir bu bilmek?
Daniel Siegel Türkiye’ ye gelmişti geçen sene ve ben de ondan bir günlük şahane bir eğitim alan şanslılardan oldum. Mindfulness anlatacaktı. O güne kadar milyon kez milyon kişiden dinlediğim bir başlık. Konuşmasına şöyle başladı: “Mindfulness nedir sorusundan önce cevaplamamız gereken asıl sorunun zihin (mind) nedir? olduğuna inanıyorum.” Önce bizlere sordu, türkçe karşılığını araştırdı.
Ve başladı anlatmaya.
(Bu arada, Harvard’ da tıp okumuş, UCLA’ da psikiyatri ihtisasını tamamlamış ve hali hazırda dünyanın en iyi bilimadamlarına erişimi olan birinden bahsediyoruz.)
Çalmış tek tek tüm kapıları, mesela felsefe kürsüsünü, mesela psikiyatri ana bilim dalını, nörolojiyi, biyolojiyi, kimi bulduysa sormuş:
“Zihin nedir?”
Karşılaştığı cevaplar bizim salondan aldıklarından farklı değil. Kimse zihnin net bir tanımını yapmamış bugüne kadar. Tuhaf ama gerçek.
Beyin desen, hayır değil. Sadece organdan bahsetmiyoruz zihin derken.
Düşüncelerimiz. Değil. Onlar sadece zihnin bir fonksiyonu.
Akıl, zeka desen, ı-ıh.
Daniel Siegel bunun üzerine zihni tanımlamaya adıyor kendini ve bir süre bunun üzerine çalışıyor. Bu çalışmalarından yeni bir bilimsel disiplin doğuyor: Kişilerarası nörobiyoloji. (Interpersonal Neurobiology). Bu alan o eğitimden sonra benim de radarıma giriyor ve kendisinden ileri seviye, uzun vadeli eğitimler almaya karar veriyorum ve artık dünyanın neresinde ne konuşma yapsa sıkı takip etmeye başlıyorum.
Pek tabi bir zihin tanımı var Dan Siegel’ ın ve bana sorarsanız öyle böyle bir tanım değil. Hayatımda duyduğum en dahiyane şey. Yaptığı tanımı burda veremem, hem çok uzun hem de bence başka bir yazının konusu olur bu.
Ancak şunu söyleyebilirim – Dan Siegel’ den öğrendiğim şu- bilmek dediğimiz şeyin başka biriyle kurduğumuz ilişkiyle ilgisi var. Evet doğru duydunuz! Kendi kendine bilmek diye bir şey yok.
Tam burada sekiz yüz yıl önce Rumi’ min Mesnevi’ de iki tip akıldan söz edebiliriz dediğini hatırlayalım. Mevlana’ ya göre bir kişisel zihin var, bir de bütünün zekası var. (Buna universal intelligence ve “the mind of the whole” olarak okudum. Ama sadece çeviriden kaynaklı değil, zeka-zihin-beyin-akıl, bu kelimelerin hemen her dilde karışıklıklığı söz konusu. Belki Sanskrit dilinde böyle değildir. Onu da öğrenmeye dair büyük istek duyuyorum zaten çok yenilerde.)
Bilmek dediğimiz şeyi ancak biriyle olan ilişkimizde tanımlayabiliyoruz. Zihnin kendi içinde (within) fonksiyonları var. Bir de diğeriyle aramızda (inter) fonksiyonları var. Ve bilmek “inter” olan fonsiyonun alanında.
Bakın buradan da konu “embodiment” denilen hadiseye bağlanıyor. Bu kelimenin türkçesi bana göre yok. Bir kişide embodiment’ tan bahsedebilmek için ikinci bir kişiye ihtiyaç var. Bir düşünün, aksi nasıl mümkün?
Şimdi hocama geri bağlanıyorum. Onun satırlarını okurken ben onun bedenini, sesini ve en önemlisi onun varlığında bulunurken hissettiklerimi anımsayabiliyorum. Bana sorarsanız bir konuda kendine hoca seçmek için -ki iyi öğrenciler bilirler bu iyi öğrenci olmanın en önemli adımlarından biridir- başat kriter bahsettiği şeyi kendi varlığında bizzat gözlemleyebiliyor olmanızdır.
Tam olarak aynı kelimelerle, tam olarak aynı şeyi diyen başka birinin varlığında o kişinin bahsettiği şeyi bilmediğini, dolayısıyla sizin de ondan bir şey öğrenmenizin mümkün olmadığını şak diye anlayabilirsiniz.
Derinlemesine bakarsanız, şefkatten bahseden birinin kendi acılarıyla düzenli yüzleşip yüzleşmediğini, mindfulness öğreten birinin hayatın ve ilişkilerin içinde bir es vermeyi bilip bilmediğini, “şimdi ve burada” olup olmadığını anlarsınız.
“Hadi canım” diyenlere,
“içinizde bunu illa ki bilirsiniz, biraz sessizliğe müsade edin yeter”, diyorum.
Hermann Hesse, Rumi, Daniel Siegel ve Lao Tsu aynı masanın etrafında toplanıyor. Biz de o masaya çekingen de olsa çayımızı alıp oturabiliyoruz.
Ve ben buna bayılıyorum.
“Başkalarını bilmek bilgeliktir; kendini bilmek aydınlanmadır.”
Lao Tsu. TaoTeChing, Sutra 33.