Ruhsal Süper Mario’ culuk

shallow focus photography of luigi plastic figure
Photo by Pixabay on Pexels.com

Uzak bir memlekette, her milletten insanla bir eğitimdeyim. Birlikte eğitim aldığım grubun çoğu terapist/ruh sağlığı uzmanı. İkili gruplara ayrılıp bir çalışma yapıyoruz.

Çalışmada partnerim olan kırklarında güzel kadın tecrübeli bir terapist. Uzun uzun, sessizlikte bakıştıktan sonra dili çözülüyor ve göz yaşlarıyla ağzından şu kelimeler dökülüyor: Tüm travmalarımı şifalandırıp, TAMAMEN iyileştiğimde bir ilişkiye başlayabileceğime inanıyorum.

Anlar var benim için, kelimeler karnımdan ağzıma doğru yükselmiyor, hatta karnımda kelime bile belirmiyor. Öyle bir an. Güçlü bir an. Sadece duruyorum. Ona şahitlik etmeyi gönülden istiyorum- öyle eğitimdeyiz rol kesiyoruz gibi değil, bunu görmesine dair bile istek yok içimde, bakıyorum. Sadece orada bu güzel varlık için olmak istiyorum.

Böyle duruyoruz uzun uzun. Söylediği cümle kendisini sarsıyor. Ben susuyorum, o benim sorabileceğim ama sormadığım soruyu kendi kendine benim varlığımda sesli soruyor: Peki bir danışanım bana böyle dese ona ne derdim?

Ben susuyorum. Yapılacak hiç bir şey, gidecek hiçbir yer yok o an. Beraber yüzleştiğimiz, olan, zor ve acı olabilir, yine de o an ne kendi hayatımda ve hikayelerimde – güzel olanlarında bile, mesela ölürken gözümün önünden geçeceğini hissettiğim anlar…oğlumun boynunu kokluyorum. – ne gelecekteki güzel bir hayalde, ne de geçmişten bir hatırada olmayı tercih ederim. Tam da orada, o kadınla olmak istiyorum. Dünya yansa umrumda değil o an. Tadı hafif acı, ve o acıyla birlikte bir şeyler çok güzel. Anın içinde her şey tam da olması gerektiği gibi.

Gülüyor. Ağlıyor. Ordayım. Oda aydınlanıyor, bize öyle geliyor. Hayat muhteşem. Her şey ihtişamlı.

Devam ediyor güzel gözlü güzel kadın. “Hiç bir zaman asla tam TAM olarak iyileşmiş olmayacaksın. İyileşmeye bir ilişkinin içinde devam etmelisin, artık buna izin vermelisin. İlişki ve yakınlıktan kaçınarak sandığın gibi iyileşmeni hızlandırmıyorsun, onun kıçını tekmeliyorsun, kendine gel! derdim.”

Duruyorum. Gülümsüyoruz.

Gözleriyle bana, beni anladığını hissediyorum ve bu bana çok iyi geliyor diyor.

Gözlerimle ona, burdayım ve bunlar duyduğum en güzel şeyler, diyorum.

Kendime de içimden göz kırpıyorum. Senin de aynı böyle bildiğin, başkalarına bakınca şıp diye gördüğün ama kendine kör kaldığın noktaların var, bunlar için kendine şu an bu kadına baktığın gibi bakabilir misin güzelim? diyorum.

Bak, diyorum, şu an bu tezatı, tuhafı, saçmayı anlatırken nasıl güzel, nasıl hakiki, nasıl ihtişamlı. Kim bilir kaç kişiye dokundu benzer bir anlayışla yolu kendisiyle kesişen, ve kendi hayatında hala böyle bir inancın etkisini taşıyabilir, taşıyor. Sen neden ucube olasın böyle bir yüzleşme yaşadığında. Zor anlarda tam da şu anı hatırlamaya ne dersin?

İnsanların böyle anlarda, hakikatlerine yaklaştıklarında yüzlerinin nasıl aydınlandığını, ne kadar güzelleştiklerini görmek beni büyülüyor.

Bazen büyük laflar ediyoruz. Sevilmeyi çözdüm, ben artık sevmek istiyorum diyoruz. İhtiyaçlı değilim artık, şöyle şöyle biriyim diyoruz. Yeni hallerimize isim koymaya kalkıyoruz.

Hayat da alıp bizden yine bildiğini yapıyor.

Haliyle geçmişi referans alıyoruz.

“Ben ARTIK daha sevebilen biri oldum, büyüdüm.” diyoruz. Bu muhtemelen doğru, çok da hoş, aferin bize. Peki bu sevilme ihtiyacının sonsuza dek sıfırlandığı anlamına gelir mi? Mümkün mü böyle bir şey?

Büyümenin üst sınırı nedir? Sevebilen, farkında, kabul edebilen insan olmanın üst sınırı nedir?

Sevginin, şefkatin, cesaretin, sabrın üst sınırları var mı?

Öyleyse neden olduk bittik yapmaya bunca hevesimiz?

İyileşme yoluna çıkmaklar, yola adanmaklar şahane, ama ya takık hale geliyorsak?

Gelecekteki hayali bir üst versiyon hayaliyle, şu anki halimize şiddet uyguluyorsak?

Gelişimsel agresyon diyorlar adına. Agresyon çünkü, en alasından.

Bu ara çok sık sorar oldum: Kendimizden sahiden ne bekliyoruz?

Neden orada değilken olmadığımız ulvi tepelere oynuyoruz?

Süper Mario’ muyuz ki zıplanacak bir sonraki ruhsal tepeciğe gözümüzü dikiyoruz?

Neden ruhsal sikletimiz bu kadarken o kadarmış gibi yapıyoruz?

İnsanın bugünkü, şu anki gerçeğine bakmasının, olana, olduğuna, kendisine verilene razı olmasının ne kadar büyük bir merhale olduğunu anlama yolculuğu benim için şefkat.

Olacağı o “the” daha iyi versiyon için, şimdiki halini harcamaması yolu. Şimdiki halin, başını okşaması zor, çok zor olsa da, “Gel bakalım güzelim, başbaşayız bu bedenin içinde senle ben.” demeyi öğrenme yolculuğu.

O bedenin, evinin içinde uyanık kalmanın, hep mutlu olmakla en ufak ilgisi olmadığını anlama yolu.

Hepimizin kusurlu, acı çeken, tuhaf, kendi içinde uçları ve tezatları olan, olmamış ve bunlara rağmen değil bunlarla güzel, ihtişamlı ve mükemmel olduğumuzu idrak etme yolu.

Hep yaptığım gibi, tuzu kuru uzman sıfatıyla değil; içindeki zor bulutlarla önce ne yapacağını bilememiş, sonra da onlara yer açmayı zar zor deneyebilmiş sıradan biri olarak yazıyorum.

Olana razı olmayı denemeyi en asli vazifesi sayan hayatın öğrencisi olarak yazıyorum.

Üzüntü ve utanç hisleriyle uyumuştum, tamam demiştim, sizi ağırlayacağım evimde, açtım işte evimi, oturuyorsunuz fil olmuş kalbimin üzerinde. 

Sonra sabah, kendi gözlerime, çalışmada karşımda oturan o kadının gözlerine bakar gibi bakmayı denedim bu sabah.

O gözler, arkasından başka gözler. Başka yüzler… Belirdi. Sonra hepsi birleşti.

Nefes verdim.

Elveda Süper Mario. Bu üzüntü ve bu utanç, kalan son süper mario’luk kırıntılarımı yaksın da geçsin.

Geçecek.

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Twitter picture

You are commenting using your Twitter account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d bloggers like this:
search previous next tag category expand menu location phone mail time cart zoom edit close