“Bence önemli olan ilerleme değil, devrimdir. Yalnızca sosyal bir iyileşme değil, bakış açımızda radikal bir değişim yaratmanın olağanüstü gerekliliğini anlamazsak, tek ilerleme kederde kaydedilecek ilerlemedir. Kişisel gelişimde ilerlemenin olduğu açıktır ve bu da iyi olmak, bundan daha fazla, bundan daha az vs. olmak için gösterilen kararlı çabadır. Buzdolaplarında ve uçaklarda nasıl gelişmeler varsa, kişide de gelişmeler vardır ama bu gelişmeler, bu ilerlemeler zihni kederden kurtarmazlar.”
Çocukluğumdan beri anlamaya çalıştığım kabaca “Neden buradayız?” sorusu- fundamentalist İslam dahil- beni mahalle mahalle gezdirdi. Hepsine girişimi sağlayan merakımsa, hepsinden çıkışımı sağlayan da koşullandırmalar konusunda uyanık kalan zihnimdi. Bir yerin içindeyken, dışarıda başka bir şeylere tam da aynı duygularla eşit derecede bağlı insanlar olduğunu görmekten bahsediyorum. Böyle böyle bugünlere geldik sağlam şükür.
Şimdilerde artık “daha iyi, daha sosyal kabulü yüksek, ya da daha ulvi ve daha erdemli duran” şartlanmalar bile aramadığım, şartlanmasızlığı keşfettiğim zamanlardayım. Hapishanenin genişçe bir bahçeye bakması ya da bir duvarını tamamen cam yapmak değil bu, hapishanesizlik.
Nice spiritüel akımın, metodun, yöntemin içi de inanç ve şartlanmalarla dolu çünkü. Ya da işimize yaramış bazı araçlar konusunda o kadar katı olabiliyoruz ki.
Krishnamurti, sanki içimde bir maskotunu taşıdığım enteresan bir adam. Kışkırtıcı mı desem, kelimeyi bulamıyorum tam, belki çok ve yerinde “daring”. Çok enteresan bir aktarımı var. 1950’lerde konuşurken daha, “kişisel gelişim”in nasıl da sistemin huyundan giden, kapitalizmin üretmeci-ilerlemeci can damarını besleyen bir akım olduğunu anlatmış mesela. Biz deyince malumatfuruş oluyoruz, illa erkek spiritüel liderler söyleyecek.
Üzgünüm Krishnamurti, sen değilsin mevzu, biliyorsun.