Yuval Noah Harrari, Homo Deus’ta avcı toplayıcılıktan tarım ile yerleşik hayata geçişi tarihte sorgusuz sualsiz “iyi” bir gelişme olarak aldığımızdan, ancak o anda ölmekte olan bir çocuğa sorsak kendisinin ya da ailesinin “Oh ne güzel, olsun, sonuçta tarım devrimi!” demeyeceğinden çok “humanities-for-dummies” bir stille bahsediyor.
Marquez de, bilirsiniz, şöyle diyor:
“Sormak istersen bayım; ben sizden de değilim, diğerlerinden de. Ben, ölüme dair yemin etmeyenlerden, tehdit savurmayanlardan, dinini ve ırkını aklının yerine koymayanlardanım. Ben, hâlâ şiir okuyanlardanım. Ben ölürken, vatanını yahut dinini değil, “sevgiliyi” düşünecek olanlardanım. Sormak istersen.”
Son olarak bugün ziyaret ettiğimiz Masumiyet Müzesi’nin girişinde “mütevazi bir manifesto” vardı, küçük bir kısmı:
“İmparator ya da kral saraylarının halka açılmasıyla şekillenen ve vazgeçilmez bir turistik ziyaretgâh ve milli bir simge halini alan Louvre, Hermitage gibi büyük milli müzeler, milletin hikâyesini (yani tarihi) bireyin hikâyesinden çok daha önemli kıldı. Oysa tek tek bireylerin hikâyesi, insanlığımızı bütün derinliği ile ortaya koymak için daha uygundur.”
Bu üç şey ayrı gibi ama değil. Birleştiler bugün rengarenk bir şemsiye altında ıslana ıslana ve kol kola yürürken Çukurcuma’ya, kız kardeşimle.
Biz sayı ve istatistik değiliz.