
Küçük, çok küçük şeylerle başlıyor kendine şefkat hikayesi. Bebekliğe dönüyoruz. “İçimizdeki çocuk” out, bebek in! 🙂
Dolayısıyla önce en fiziksel düzleme dönüş bu. Kanıtlayamam, kanıtlamak da istemem, ama o en fiziksele dönüşte en süptile de dönüşe dair bir şey yoksa ben de bir şey bilmiyorum.
İyi bir anne, bebeği altını ıslatınca konforsuz beklemesin diye hemen altını değiştiriyor. Aç olduğunda hemen doyuruyor. Vücut ısısını sürekli kontrol ediyor. Uyuturken okşayıp, sevip ninni söylüyor. Sağlıklı şeylerle besliyor elinden geldiğince.
Kendimize şefkati çok göklerde bir yere konumlamaya, illa çok süptil anlamlar aramaya gerek yok. Bir partneri olanlar, neden elimizin altında, bu kadar erişilebilir ve bu kadar küçük ama mucizevi şeyleri birbirimizden esirgiyoruz? Çünkü dikkat vermeyi bilmiyoruz. Saçını okşamak, belki bir şarkıyla ninniyle birini uyutmak. Ölürken gözünün önüne cv’deki o proje değil de böyle anlar gelecek sanıyorum. Yanılıyor da olabilirim, bilmiyorum, bana böyle geliyor.
Oğlum olduktan sonra ara verdiğim iş hayatına tekrar döndüğümde şehrin en havalı plazasında tuvalette her on karşılaşmadan dokuzunda insanların çişlerini çok fazla tuttuklarına şahit olmak bana sertçe çarpmıştı. Hep yetişecek işler, açılacak telefonlar vardı. Milyonlar ve global ölçüde ödüller alan projeler yöneten insanlar, tuvaletleri gelince tuvalete gidemez olmuşlardı. Onlar gülerek söylüyordu, ben üzülüyordum. Üzüldüğümü söyleyememiştim. Şimdi söylüyorum:)
Aynı dönemde yogaya gittiğimde hoca, üşüyorsanız üzerinize battaniye alın, dediğinde ağlamaya başladım. O battaniye alışın varlığıyla yokluğunun en uçta yaşandığı iki polariteyi hayatımda eş zamanlı yaşadığım bir dönemdi. O battaniyeyi alışı koca bir kadınken öğrenişime, yanımdaki matta öğrenmekte olana, ofisteki tuvalette karşılaştığım insanlara, modern insana, annelerimize, çocuk ananelerimize, hepimize ağlıyordum. O yıl yogada hayatımın en sulu göz zamanını yaşadım.
İşe acıkınca yemek yiyerek, azıcık üşüyünce idare etmeyip üzerimize bir şey alarak, biriyle konuşurken yorulunca oturmayı akıl ederek başlıyoruz.
Buradaki kilit kelime idare etmemek. İdare etmek, şefkatli tavrın zıddı oluyor. Şefkat idare etmez.
Dün, yeni dönem şefkat eğitiminde katılımcılardan ihtiyaç duyan olursa diye bordo şallar aldım. Alırken hem gülümsüyordum hem de yine gözümün içinde bir damla hazırdı.
Şimdi yüksek sesle hep beraber tekrar ediyoruz arkadaşlar: “İdare etmiyoruz!”
Bir “hayatta kalan” (survivor) için idare etmek büyük meziyettir. Bu zamana kadar o kadar iyi gelmiştir, öyle çok işime yaramıştır ki, idare edebildiklerim sayesinde elde ettiklerimden dolayı idare etmekle aramda kuvvetli bir bağ olabilir.
Güvenmeyi araştıracağım: İhtiyacım olursa, gerçekten gerekliyse yine idare ederim, tamam mı?
Gerek yoksa, idare etmeyi bırakmayı araştırabilir, keşfedebilir, öğrenebiliriz.
Küçük, çok küçük şeylerle başlıyor kendine şefkat hikayesi. Bordo şal gibi.