Kek yaptık oğlumla akşamüstü.
Hevesli hevesli çırparken dedi ki, “Benim elim değiyor ya tadı harika olacak.”
Bunu söylerken yüzüne bakıyorum, tatlı bilmiş suratı nasıl da söylediğine yüzde yüz inanıyor, aman allahım. Son derece ciddi, eli değdi ve sahiden çok güzel olacak.
Bu cümleyi ona beraber bir şeyler yapmaya başladığımız ilk zamanlarda bir kez söylemiştim. Yerken keki, ağzımdan “Senin elin değdi ya, ondan böyle güzel tadı mmmm!” çıkmıştı. Sonra bir baktım her bir şey yapışımızda bunu hatırlıyor. Çok inandığı ve durum çok tatlı olduğu için hiç bozmadım. Her dediğinde gülümsüyorum.
E bir yerde cümledeki soyutluğu çözecek ve artık demeyecek. Annelik böyle küçük ölüm ve doğumları izlemek de demek. Ne zaman bir şeyi en son yaşadığını hiçbir zaman bilemiyorsun. Bugün yatağına taşırken “Acaba onu kucağımda taşıyabildiğim son sefer hangisi olacak?” dedim içimden. Geçişler çok garip, aynı hayat gibi.
Neyse, belki o cümle bitecek ama beyninde güçlenen ben değerliyim yolakları hayat boyu -fabrika ayarlarında- ona eşlik edecek. Bazen bakıyorum, yürüyüşünde kendisine dair hissettiği değeri görüyorum. Olduğu kişi olmaktan çok mutlu, bana “Başka hiçbir çocuk senin çocuğun olsun istemezdin değil mi, tam da benim gibi bir çocuk isterdin?” diyor. Evet, istemezdim, tam da sen, illa sen. Tüm uyumsuzluklarımız, başkalıklarımız, hayret edişlerimizle, senin deyiminle “İlla sen bana.”
Çok rahat hayır diyor. Geçen “Terliklerimi bulamıyorum, bana yardımcı olur musun bulmakta?” dedim, “Tabii şu elimdeki işi bitirip biraz dinleneyim elbette sana zaman ayırmak isterim.” dedi:)) Elindeki iş sanıyorum lego idi… 🙂
Hiçbir şüphe bulutu geçmiyor gözünden, anneme hayır dersem beni sevmez mi acaba diye. Ooo, o apayrı bir konu. Seni sevmemle, senin beni sevmenle ne alakası var ki dediğim hayırın? Bu tavırda. Basit ve net, böyle söylediği sesinde, yüzünde, bedeninde.
Benim gibilerin durumu da bir ilginç: Hem böyle bir çocuğun yetiştiği evi yuva yapanız, ona kucak olanız; hem de bu suladığımız tohumlar bir şeylere evrildikçe hayretle izliyoruz. -A, olabiliyor. O başka bir çocukluk geçiriyor. – Debelene debelene öğrendiğimiz, öğrettiğimiz şeyleri 5 yaşına gelmeden yapan bir insanla yaşıyoruz.
Gabor Mate buna otantik olma ihtiyacımızla sevilme ihtiyacımız arasında bir tercih yapmak zorunda kalışımız diyor. Bu çocuklar otantik yetişiyor, bize de bununla kendi büyüme yolculuğumuza devam etmesi kalıyor. Çünkü söylemesi siyaseten hiç doğru olmasa da insan bir çocuğun çocukluğunu bazen kıskanıyor, bazen ona özeniyor, bazen anlamıyor, bazen “fazla” buluyor. Burada, benim bedenimin içinde dışarıyla hizalanmaktan azade, acayip özgür bir “Her insan halime, siyaseten yanlış her iç sesime de yerim var.” iç otlaklarım devreye giriyor. Suzuki geniş otlaklardan bahsediyor. Hem içeride hem dışarıda geniş otlaklar en iyi siyasettir. Bu da ayrı bir yazının konusu olsun.