Buda’nın bir öğrencisi uzun çalışmasına rağmen bir türlü aydınlanamıyormuş. Bir evi olması gerektiğine dair kuvvetli arzusu onu yolunda geri tutuyormuş. Bir gün Buda ile yürüyüşe çıkmışlar. Yürürken Buda durmuş ve uzaktan kocaman bir malikaneyi gösterip “Burası artık senin.” demiş. Öğrencisi o anda aydınlanmış.
İlk duyduğumda tam olarak anlamakta zorlandığım bu hikâyeyi şimdilerde hayatın içinde tam olarak okur durumdayım.
Pek çok insanın zamanın ruhuyla kurumsal hayattaki işlerini bırakıp yoga, şifa vb. alanlara geçiş yaptığı bir dönemi yaşıyoruz.
Şimdi o iki hayatta da belli bir vakti geçirdikten sonra farklı bir resim görüyorum.
Bir şeylerin üzerine çıkmak için içinden geçilmesi gerekiyor. İnsanın mekanizması böyle işliyor. İş hayatında istediği hızda kariyer basamaklarını çıkamadı, ya da orası hayal ettiği gibi iyi gitmiyor diye alternatif bir yola girilince, o hırslar, o bir şey olma hevesleri, birinci olma, rekabette önde olma hisleri hoop “ruhsal arena”ya taşınıyor. Şekil şemal değişmiş, ama zihin yapılarına dokunulmamış, onlar yerli yerinde. Ortaya amorf bir tip çıkıyor.
Yıllar önce çalışırken bana biri sorsaydı, daha erken bu geçişi yapanlar belki daha gelişmiştir, sanıyordum. Öyle ya, ben yöneticiydim o yoga hocası yetiştiriyordu. Bugün farklı düşünüyorum. İyi ki üniversite sınavında dereceye girmişim, iyi ki Boğaziçi’nde işletme okumuşum, iyi ki çok iyi şirketlerde çalışmışım ve 20’li yaşlarımda bu işi değil o işleri zorlana zorlana yapmışım.
Hayat bana hırslarımla yüzleşecek pek çok fırsat vermiş. Bugün bir işi yapmakla ilgili tek kriterim “Bana iyi geliyor mu? Ayaklarım oraya koşarak gitmek istiyor mu?” ise ve hayat gerçeğime yakın olan dengeyi gözeten bir yoğunlukla çalışmaya dair bir önceliğim varsa bunu bu hırslarımın içinden geçmiş olmama borçluyum.
İnsanın kendisine verilene her anlamda razı olmasının ve zorluk & hediyelerinin farkında olmasının ruhsal gelişimin önemli merhalelerinden biri olduğunu görüyorum.
Hayat gerçeğini göz ardı ederek bir meslek geçişi yapmak, belki bu süreçte sürekli aileye ya da birilerine maddi olarak yaslanmak tam olarak büyümenin önüne geçen şeyler. Yani evet kendine bakabilmek, kendi ayakları üzerinde durabilmek bana göre ruhsal (zihinsel) gelişimden apayrı değerlendirilemez.
Çok sık karşılaştığım bir soru ve durum: “Bolluk bereketimi nasıl arttıracağım? Neden işlerim iyi gitmiyor?” Belki dönüp buralara da bakmak lazım. Belki sorun bir bereket sorunu değil; belki de sorun kendi hayat gerçeğine yaklaşmadan birilerini hakikate davet etme sorunu. Kendi sorumluluğunu tam manasıyla almadan yoga yaparak ruhsal olarak geliştiğini sanmak sorunu. Ya da belki kendine dair renklerini henüz yeterince keşfetmediğin için kalabalığın içinde herkesin söylediklerini söyleyen olarak kaybolma sorunu.
Kurumsal hayattan pek çok arkadaşım ve çalıştığım kişiye bakıyorum ve ne yalan söyleyeyim içlerinde yoga hocası-terapist-meditasyon hocası vb. pek çok kişiye kıyasla daha büyümüş, daha olgun ve kendi hakikatlerine yaklaşmış insanlar görüyorum.
Yani evet marifet kurumsal hayatı bırakıp yoga hocası olmakta değil. Bir CEO kendi mayasına uygun işi yapıyorsa ve hakikatine yakınsa hediyelerini hayatla paylaşıyor, ve bu tamam.
En nihayetinde ulvi gibi görünenler de dahil her ne iş yapıyorsak yapalım pratiğimiz “Gidecek bir yer yok/yapacak bir şey yok”u çalışmak olmalı. Öğrencisi olduğum Zen yolunu ben böyle anlıyorum.
Hayat o işi yapmaya başlayınca, anne olunca, sevgilin olunca başlamayacak. Hayat, şimdi ve burada. Kurumsal hayatta bambaşka bir iş yaparken şu an yaptığım pratikten farklı bir şey yapmıyordum. Hayat o zaman da orada ve o andaydı. Bunu son bir senede mecburen çok pratik etmiştim ve sonra her şey birden çok kolaylaştı. Çünkü hiçbir şey olmam ve hiçbir şey yapmam gerekmiyordu.
Şefkat öğretmek finansta çalışmaktan daha değerli değil. Aralarında hiçbir fark olmadığını görebiliyor musunuz? İşte o zaman hoş geldiniz!