Sinirbilimcilere göre beynimize günde yüzbinlerce bayt veri geliyor. Hem içeriden hem dışarıdan. Kognitif olarak bu verinin sadece minnacık bir yüzdesini işleyebiliyoruz ve bilinçli düşüncelere çeviriyoruz.
Peki kalanına ne oluyor? Kalanı bedende duyular ve duygular olarak ortaya çıkıyor. ⠀
İşitmeye alan ve zaman verirsek bize kendimizi fısıldıyor.
Kendim olmak dediğimiz şeyin nedense biyolojimizle ilgisi yok sanıyoruz. Halbuki nasıl olmasın?
Benimsediğim yoga anlayışına göre pozları bir şekle girmek için değil, kafada yaşama haline o çok ihtiyaç duyduğumuz molayı verip, bedenin içinde yaşamaya başlamak için kullanıyoruz.
Bedenimizden kopuk yaşamaya devam etmek bizi bu çok önemli veri kaynağından koparıyor. Bedenle barışmak deyince beden olumlama mesajları akla geliyor bugün, halbuki asıl bedenle barışma böyle bir şey.
Utanç, giderek artan şekilde radarıma girmiş bir başlık. Çalışıyorum şu sıra dersimi. Beden ve utanç bağlantısı, utancın fizyolojisi, evrenselliği, zorluğu, hediyeleri…
Bir de işin pratik yanı var, tahminimizin ötesinde insan yoga salonlarında (bence) şiddete uğruyor, daha çok utanıp evine dönüyor.
Bunu dert ediniyorum. Çok önemsiyorum.
Utancı arttırdığımız yerlerin, utancın iyileştiği yerler olması gerekiyor. Bunun çok kötü örneklerine şahit olduğum gibi en güzel örneklerine de şahit oldum. Bu anlayışla aldığımı vermeye dair bir istek duyuyorum.
Şefkatle, içinde bulunulan alanda solunan güvenle, sağlıklı sınırlarla, bağ kurma hali ile yapılan, nefes farkındalığı içeren bir bedensel çalışmaya sonsuz inanıyorum.
Her beden şekline, kiloya, boya, esnekliğe merakla hoş geldiniz diyecek.
İdeal olanı bir tarafa koyup olanı görmeye, içsel deneyimin farkında varmaya odaklı olacak.
Çakralardan, ötelere geçmeye ham heveslerden önce karşısında duran insanın gözlerine insan gibi bakabilecek, onu olduğu şekil sebebiyle yargılamayacak. Şu an dışarıdan öyle görünmese de herkesin bir “yara izi klanı” mensubu olduğunu unutmayacak. (bkz. Clarissa)⠀
⠀