Taahhüt

Sonbahar yapraklarını izledim uzun uzun bu akşamüstü balkonumun hemen dibindeki bu ağaçtan. Hava mis gibiydi. Gökyüzüne bakmayı severim halbuki en çok, bulutlara. Bugün başım daha yukarı bakmak istemedi. Ölen yaprakların gizemli güzelliğine, ölürken bu kadar güzel oluşlarına dalmak istedi. Ve sonra yeni uydurduğum elmalı, tarçınlı, karanfilli çayda biraz teselli aradım sanırım. Çay güzeldi, tadını alabildim. Ama teselli yoktu, varmış gibi yapamadım. Çayı karıştırırken içimde belirenleri, oğlumu uyutup gece süpervizyonu yaptıktan sonra, şimdi karalayabildim.

Şanslıysan şu hayatta bir taahhüdün oluyor. Değerlerinin, kişiliğinin ve olan bitenin ötesinde seni en dipten bir yöne doğru sürüklemekte olan akımı hissetmek gibi bu. Öyle koyulan bir hedef, amaçlanan bir şey ya da varılmak istenen yer gibi değil. Daha çok keşfedilecek bir şey. Ama zaten hep oradaymış ve içten içe biliyormuşsun gibi.

Şu zamana kadar yaptığın hataların, olamayan şeylerin bile seni bir yere taşıyormuş gibi bir his.

Bir dönem hiçbir şey yapmayıp sadece durarak. Kimlikler, işler, sıfatlar ve isimlerden sıyrılarak. Kendini gözlemleme çalışmalarını istikrarla uygulayarak. Beliriyor. Kendi zamanında.

Uzun süren yıllar peşinde koşup, bıraktığım bir zamanda ziyaretime gelen bir taahhüdüm olduğunu hissediyorum. Bunu hissetmediğim yıllarda zannediyordum ki, onsuzluktan acı çekiyorum. Bana has cevap içimde belirince bir rahatlama olacak ve hayat – tamam toptan happily ever after değilse de- daha kolay akacak.

O iş öyle değilmiş. İnsan taahhüdünü kutup yıldızı bildi mi, canı yanmaya devam edermiş. Buna bakıyorum. Zihinsel sorularım elbette var, ama mananın yeterli zamanda kendiliğinden belireceğine güveniyorum. İçimde soruları asılı tutacak alanı temiz tutmaya çabalıyorum. Yine de yüzleşmesi oldukça meşakkatli.

Taahhüdün var diyelim artık. Oh! Rehberin olabiliyor. Yol gösteriyor. Mecburen siste yürür gibi yürünecek şu hayatta, önüne azıcık ışık tutuyor. Değişen her şeyin arasında öylece değişmeden duruyor. İnsanlar acaba neyi takip ediyorsun diye merak ediyor. O merakı gözlerde görmeye başlıyorsun.

Dışarıdan anlaşılmaz işler yapıyorsun, tuhaf kararlar alıyorsun. Senin de canın yanıyor, çünkü gördüğün hakikat yakıyor, ama yakmadan duramıyorsun çünkü öyle de yanıyorsun. Çünkü artık senin bir gizli bildiğin var. Ama en yakın bildiğine bile bazen anlatamıyorsun. Açıklaman gerekiyor. Önemli hiçbir şeyin talimatla gelmeyeceği gibi hakiki hiçbir şeyi de sözlü dilin imkanlarıyla aktaramıyorsun.

Her şeyi bırakabilirken taahhüdüne tutunuyorsun. Ona tutunurken kaybolmuyorsun. Ama insansın, canın bazen kaybolmak istiyor. Keşke kaybolabilseydim, keşke biraz daha unutabilseydim, ah! Çok yakın bir dostum bana yıllar önce, iki belirgin özelliğin var, biri kendini asla kandıramıyorsun, demişti. O vakit azıcık gururum okşanmıştı, şimdi ise keşke biraz kandırabilseydim diyorum.

Trajediler oluyor, insanların canı yanıyor, bir şeyler ölüyor. Taahhüdün göz yaşlarını silmiyor, bilakis o sakin ve mesafeli bir önder gibi. “Canın yanacaksa yansın ama sen bu dünyaya niye gelmiştin, onu unutmana müsaade etmiyorum.” diyor.

İşte böyle şeyler oluyor. Çay karıştırıyorsun, aylar sonra tekrardan ilk kez mutfağa giriyorsun. Kokular eşliğinde keyfini yerine getirsin diye o şarkıyı açıyorsun. Mütevazi, sıradan, mutlu anlar belirsin diye bekleme odasında değilmiş gibi bekliyorsun. Godot’yu beklemeye dönmesin bari diye içinden şaka yapıyorsun. Şakana pek gülemiyorsun. Acı hayatın sahiden parçasıymış, wow, diyorsun.

İşte böyle şeyler oluyor.

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Twitter picture

You are commenting using your Twitter account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d bloggers like this:
search previous next tag category expand menu location phone mail time cart zoom edit close