Sessiz Masa

Bu öğle ve akşam sessizliğin “norm” olduğu bir masada yemek yedim.
Başka bir yerde olsak tuhaf karşılanacağımız 8 kadın-erkek ve kendilerine “they/them” olarak hitap etmemizi isteyen-çünkü kendilerine kadın ya da erkek diyemeyen- arkadaşlarımla, hiç de tuhaf hissetmeden, bu tatlı küçük aidiyetin tadını çıkardım.

Normalde mecburen çok fazla konuşma, dinleme, dikkat verme ve yeni insanla tanışma-konuşma içeren eğitim/işlerde, eğer bir hafta gibi uzun bir süreyse, tüm enerjim çekilmiş gibi ve bitkin hissediyorum. Eğer dinlenmek-kendimi dinlemek için fırsat yaratamazsam dönüşte hafif hasta bile olduğum oluyor. Sadece çok öğrenmekten, yoğunluktan değil, hakiki bir ihtiyaç olan içe dönme yerine sürekli görünürde “bağlantıda” olmaktan oluyor bu.

Bu sessizlik masası benim gibilere bir nevi ilaç. Öyle sıkı bir kural da yok. İhtiyacımız sessizlik diye önüne arkasına şartlar, şekiller eklememize gerek yok. İhtiyacımız normal, kabul görüyor. Ve kendi ihtiyacımıza karşılık veriyoruz. Kitap okuyarak yemeğini bekleyen de var, gözünü kapatıp meditasyon yapan da, sadece sessiz kalıp gözlerini etrafta gezdiren de. Yazı yazan da.

Yemeğin tadını doya doya almak, farkındalıkla yemenin meditatif tarafını keşfetmek var. Gözlerimi kapatıp boyun germeler yaptım mesela yemeği beklerken, bedenime ihtiyacı olan ufak hareketleri sunmak oldu bugün benim için.

Ne yok? Mecburi, boş, small talk yok. Gerçekten merak etmediğimiz şeyleri ediyormuş gibi yapmak yok. Canımız hiç sözlü iletişim kurmak istemezken zoraki bir diyaloğu sürdürmek yok. Başımız biraz ağırlaşmak isterken zorla onu dik tutmak yok. Sessizliğin müthiş gücünü, sırf gürültülü bir ses yok diye yok saymak yok. Biri-birileri sessizlikte içinde oynayan filme dayanamıyor diye, boşluk doldurmak için yapılan “hayat-vakit harcaması” konuşmaları yok.

Bu tür bir sessizliği yaşayanlar biliyor, burada konuşarak hissettiğimizden daha derin bir bağlantı hali var. Daha sahici bir ait olma var. İstediğinde konuşulan yan masaya da geçebileceğini bildiğinden özgürlük var. Özgürce kendine ettiğin anneliğin tadını çıkarmak var. Hakiki olanın çıplaklığıyla, yalınlığıyla ettiğin temas var.

Ve burada şefkat var.

Sabah böyle bir masa yoktu. Benden önce, cesur ve kendine şefkat duymanın tadını almış bir kadın, “Benim böyle yoğun bir eğitimde bir hafta boyunca performans gösterirken, çok fazla uyku da alamayacakken, tonla sessizliğe ihtiyacım var.” deyip masayı talep etti. Sınıfın yarısı, ben de dahil, ben de ben de diye elimizi kaldırdık. Üstelik zaten akşam yemeğinden sabah kahvaltısının sonuna kadar asil sessizlik uygulaması vardı.

Alanı bizim için tutanlar, bize şefkati öğretmeyi öğretecekler, sırtımızı yasladıklarımız, “Bununla idare edin.” demediler. “Zaten var, neresi yetmedi ki?” demediler. İdare etmek şefkate giden bir yol değil. İyi bir anne, çocuğunu ıslak beziyle az daha idare etsin diye bekletmez, ihtiyacı görür, ona uygun şekilde cevap verir. Öz-şefkat de kendimize annelik etmeyi öğrenmekse, ki bana göre öyle, idare edin denmeyen bu yerde, zihinsel bilgilerin ötesinde, şefkati bedenimde hissediyorum. Tüm yin ve yang taraflarıyla. Şefkatin yini ve yangı da mı varmış diyorsanız, onu da bir ara yazacağım.

Tanıdığım en asil his, şefkatle.

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Twitter picture

You are commenting using your Twitter account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d bloggers like this:
search previous next tag category expand menu location phone mail time cart zoom edit close