Başıma Bir şey Gelmeyecekse

Yine bir başıma bir şey gelmeyecekse yazısıyla karşınızdayım. Klasik psikanalitik teoriyi de, bu yüzyılın psikolojik yaklaşımlarını da fazlasıyla tutucu buluyorum.

Nedir hepimizin ezbere bildiği: Çocukluk gelişimimizde çok önemlidir. Bu, bugünün bilimsel temelleriyle de doğru.

Bu çocukluğu anne-baba-çocuk üçgeninden oluşan bir çekirdek aile üzerinden konuşuruz. İşte burası bana şu an dar gelen kısım.

Anneyle ilişkimiz, babanın rolü, bla bla bla… Hepsini ortalamanın aşırı üzerinde merak etmiş, okumuş, hepsinden etkilenmiş, çocuğunu büyütürken de bazılarından faydalanmış, hala da faydalanan biri olarak artık güncel bilim dünyasının da “uzman”ların da görüşlerini bir yere kadar kaale alıyorum. Asla “allahın emri” gibi dinlemiyorum. Son sözü içime bırakıyorum.

Çünkü öncelikle güvenecek kadar yatırım yaptığım ve yeterince sessizlikle beslediğim bir iç alanım var.

Ama ötesi de var. Ne mi?

İlk olarak, hakikatin sürekli değişen belli bir kısmını görebiliyoruz- güncel bilimde ve güncel her disiplinde. Biri çıkıyor bir araştırma daha yapıyor, yeni bir gerçeğe daha gözümüzü açıyor ve biz hakikate bir adım daha yaklaşıyoruz belki. Ama hiçbir projeksiyon hakikati tam manasıyla yansıtamıyor. O nedenle tahmini yaşam süremiz olan 70-80 yıllık zaman diliminde, bu zaman diliminin bilimden anladığıyla ortaya koyduklarına, mutlak ve sorgulanması teklif dahi edilemez şeyler olarak yaklaşmayı reddediyorum.

İki, bugün konuştuğumuz hatlarıyla psikoloji çekirdek aile idealini baz alıyor. Komünal yaşamı tamamen çerçevenin dışında tutuyor. İnsan yavrusunun, illa ve muhakkak onu doğuran bir kadın ve o kadının “erkek” olan sevgilisi tarafından büyütüleceğine dair bizi bir akvaryuma sokuyor. Ki şu an o okuyanların bir kısmında da “E yani başka nasıl olacaktı ki? diyenler olabilir. Buna kültür diyoruz zaten. Hatırlamalıyız ki, bizim aksini tahayyül dahi etmeyi düşünmediğimiz bu yaşam şekli amentüsü, koca insanlık tarihinde oldukça yeni ve kısa süredir var olan bir şey.

Sorularım var.

Bir çocuk bugünkü gibi çekirdek ailelerde değil de, kadınlardan oluşan bir köyde büyüse nasıl olurdu?

Babalık müessesesi sahiden herkes için ve her örnekte bize anlatıldığı gibi mi?

“Çocuk otoriteyi, dış dünyayla iletişimi ve sınırları babadan öğrenir, o rol model yoksa bunlar eksik kalır.” deniyor, örnek veriyorum. Nasıl bu kadar eminiz bundan? (Biliyorum, iki gözüm önüme aksın biliyorum:) Bilerek ve farkında sorguluyorum.)

Dış dünyayla iletişim milyon yıllık dünya tarihinde son kaç senedir dişinin değil de erilin hakimiyetinde oldu? Patriyarkiye hizmet eden bir kabulleniş değil mi bu?

Peki ya 2 kadın ya da 2 erkeğin büyüttüğü çocuklar. Nasıl bu kadar emin birileri, ruhsal kapasitesi kuş kadar, daha kendisi büyümemiş evcilik oynayan çocuk gibi bir kadınla bir erkeğin, sırf heteroseksüel bir ilişkinin içindeler diye böyle bir çifte kıyasla daha “sağlıklı” çocuklar yetiştireceğinden?

Ve onların, ve mesela babasız çocuk yetiştiren bekar annelerin ağızlarıyla kuş tutsalar bir şeylerin kesin “eksik” kalacağından? Ben hiç böyle düşünmüyorum. Ve katı her öğretiyi, düşünceyi, “bilgi”yi de sorguluyorum.

Her tür zihinsel hapishaneye karşıyım. Hiçbir şeyi bana anlatıldığı şekliyle bir hap olarak yutamıyorum. Kazara yuttuysam uyanınca geri kusuyorum.

Meditasyon yapan, ama bugün öğrenip sonra 3 ay hiç yapmayan değil, bunu sahiden her gün yapan biriyseniz, bir şekilde olasılıkların sonsuz platformuna erişiminiz oluyor. Ve bize anlatıldığı şekilde, yapılandırılmış, format atılmış her gerçekliğe şüphe ile yaklaşıyorsunuz. Dr. Dan Siegel’a göre bunlar o sonsuzluk platformundaki platolar. Ve platolar geçicidir, onları gereğinden fazla önemsemeye gerek yoktur.

Kendimize söylediğimiz yalanlardan kurtuldukça, tüm mental formasyonları da sorgulamak, fark etmek ve nihayetinde zihnimizde katılaşmalarını engellemek mümkün hale geliyor.

Ben meditasyondan bunu anlıyorum.
Ben farkındalıktan bunu anlıyorum.

Beni özgürlükten anladığım budur: Zihinsel kafessizlik.

Ebeveynlik her zaman üzerinde çok ahkam kesilecek bir alan olarak kalacak sanıyorum. Bana göre her ilişkinin temeli mevcut olma becerisi. Dikkat verebilme kabiliyetimiz. Ruhsal kapasitemiz. Bunlar için devamlı emek verip gerisini de “bırakınca”, hangi konuda nasıl ilerleneceği sezgisel olarak geliyor.

Böylece kitaplarla, atölyelerle, eğitimlerle kafayı bozmuş, kendini “düzeltilecek biri” gibi algılamakta olan insanoğlu için yeni, ferah, ücretsiz ve kişisel farklılıklara doğası gereği kendiliğinden alan açan gerçek bilgiler erişilebilir hale geliyor.

Şimdiki aklım olsa, tuğla tuğla Bowlby’den 3 cilt Bağlanma, Jung-Freud-Winnicot… Bu mesaiyi vermezdim. Onun yerine daha çok meditasyon yapardım.

İmza: ex-“entelektüelize etmeye yatkın, bilgi adı altında mental formasyonlara tutunan” biri.

Ve not: Jung’u çok severim. Freud’a da şükran borçluyuz kızacak noktalarımız olduğu kadar. Bağlanma teorisyenlerini ise allaha havale ettim çoktan, hepimiz güvenle önce bu dünyaya bağlanalım, öptüm bye!

 

Leave a comment

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.