Son paylaştığım yazıya Plum Village’tan bir rahibe ilham olmuştu. Dedi ki: “Buraya geldiğimde ilk 4 yıl boyunca meditasyon ‘yaptım’ ve berbat durumdaydım. Herkes iç görülerden bahsediyordu, düşüncelerin arasındaki boşluklar uzamıştı, sınıf arkadaşlarım beni geçmişti, kendimi başarısız, becerememiş hissediyordum…Bir sabah acıyla kalktım ve sabah beşte çaresizlikten meditasyon konusunda pes ettim. Kendime ilk kez gerçekten önemsediğim birine sorar gibi ‘sahiden nasılsın?’ diye sordum. ‘Neyin var, sahiden senin olayın ne?’ ‘N’apıyorsun?’ Kendimle ilk kez yakınlaştığımı hissettim o acıyla, ve meditasyon ‘yapmayı’ bıraktım. Mecburiyetten…Sadece kendimle oturup halimi görmek istedim…”
Sanırım meditasyon & şefkat öğrenen herkes benzer bir şeyi yolun bir yerinde deneyimliyor.
Zazen. Sadece otur. Ancak belli bir teknikle bir süre oturduktan sonra anlamlı belki. Önce bir kalıba girmek, sonra ondan özgürleşmek. Aynı hayattaki gibi.
Bu “kendimle oturuyorum” tavrını çok kıymetli buluyorum. Zaten güncel sinirbilimde de çokça karşılığı var.
Ben her çalışmamda muhakkak meditasyon “yapma” tavrını bıraktırıp gelin hepimiz biraz kendimizle oturalım daveti yapıyorum. Sessizliğin tadına bakalım. Çünkü sessizlik kelimelerin yokluğu ya da konuşmanın yasaklanması değil. Bildiğimiz tüm dillerden daha ihtişamlı, daha derin bir dil.