Sahte bir ruhsal hayata sokulmak bizi asla kurtarmaz. Ama mesele burada bitmiyor. Çünkü bir de ek zarar veriyor bence: Zaman kaybettiriyor.
Öteki türlü “Aman abi hiç ilgim yok bu işlere!” diyen insan hayatın içinde daha samimi doğal bir öğrenme sürecinde giderken kendisini ruhsal yolda sanan bir kişi, hayatla pratiklerin arası kopuksa, kendisine yeni ve bir perspektife göre -zamanın ruhuna uygun- daha cool vs. bir persona çizmekten ibaret bir yolda vakit kaybediyor.
Doğuya gitmek moda. “İnsan kendi içinde uyandıramadığını, kendisini oradan oraya sürükleyerek uyandıramaz.” diyor Yogananda mesela. Bir yere gitmeyelim demiyorum; popomuzun üstünde oturduğumuz yerde muhtemelen bundan sonra hiçbir şey öğrenmesek hayatımızın sonuna kadar bizi idare edecek “bilgiye” sahibiz, hadi bunlardan bahsetmeye değil bunları eyleme dökmeye başlayalım diyorum.
Nefes, Tai-chi, Qi Gong, Yoga, Meditasyon…yapınca bir şey olmuyoruz. Anlayabildiğim kadarıyla, tüm büyük kadim metinler, tüm bilgeler, ustalar eylemlerimizin ölümlü bu dünyada yanımıza alabileceğimiz tek şey olduğunu söylüyorlar.
O halde en önemli soru, her zaman, nasıl yaşadığımız. Eylemlerimiz. Onu-değil-de-bunu seçişlerimiz. Razı olduğumuz bir ölüm, bu sayede seyrettiğimiz bir doğum. ⠀
Bu kadar sade. Net.
Thich Nhat Han,
“Mesajım yaşamımdır.”
diyor.
Sizin yaşamınızın bir mesajı olsa bu ne? Yaşamınız sahiden nasıl? Kendinize karşı ne kadar dürüstsünüz? Dışarı havalı bir resim vermek, öyle ya da böyle, ne kadar ilginizi çekiyor? Kararlarınızı ne kadar yönlendiriyor? Havalı olanı, yanınıza yakışanı, üstünüzde iyi duranı değil de içinize iyi geleni, hakiki olanı seçmeye gönlünüz var mı? Dilde var bazen de, sahiden gönlünüz var mı?
Ayakkabılarına bak ve sade oldukları için şükret… Çünkü birinin fazla kırmızı ayakkabıları varsa, çok dikkatli yaşaması gerekebilir. Clarissa Estes böyle diyor.
Kırmızı ayakkabıyı değil de sade olanı seçeliberi başıma çok enteresan işler geliyor, gözüm çok enteresan şeyler görüyor ve kulaklarım başka türlü işitiyor